Ýslam ve Bilim konusu hakkýnda, seri halinde birkaç yazý yazmayý hep istemiþimdir.
Önce bu iþin üstatlarýndan birinin sohbetinin yazýya aktarýlmýþ halini aþaðýya ''alýntý'' ladým.Ýnþa-Allah bundan sonraki yazý da benden olur.
Not : Tekrar etmekte fayda görüyorum, yazý tarafýma ait deðildir.
**************************************************
ÝSLAM ve BÝLÝM
Böyle bir konuyu aramýzda konuþmaya çok büyük ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü Müslümanlar olarak; dünyanýn gelmiþ geçmiþ en büyük düþünce sistemine sahip bulunuyoruz. Fakat bu büyük mana ve düþünce sistemine sahip Müslümanlarýn karþýsýnda -mücadele suretiyle sevaplarý ve þerefleri artsýn diye- karþsýnda daima batýl fikirler ola gelmiþtir. Bu batýl fikirler, bir Müslüman diyarý içerisinde bizleri, kendi dinimizi, kendi hakikatlerimizi öðrenemeyecek hale getirmiþlerdir. Bakýn, ben bugün size, dinimizin yaydýðý ýþýkla yapýlmýþ olan ilmi çalýþmalarýn bazýlarýndan bahsedeceðim. Eminim ki, çoðumuz bu çalýþmalar hakkýnda fikir sahibi deðiliz. Niçin? Çünkü kendi geçmiþimizi ve gerçeklerimizi öðrenmeðe imkân bulamamýþ kimseleriz.
Önce, mevzuun ehemmiyeti hakkýnda bir noktayý belirtmek istiyorum: Bizim düþünce sistemimizde aslýnda hiçbir noksanýmýz yoktur. Ancak yetiþtirilme tarzýmýz dolayýsýyla yanlýþ düþüncelere düþebiliyoruz. O da þu: Efendim, ortada bir Müslümanlýk var. Müslümanlýk bilhassa ahirete, manevi ilimlere, ahlâki deðerlere fýkhi ve diðer ilimlere ait birçok esaslar getirmiþ, biz bunlarý öðrenmiþiz, fakat zannediyoruz ki, Müslümanlýk dýþýnda baþka hakikatler de vardýr. Neymiþ bu hakikatler? Efendim bakýnýz eloðlu çalýþýyor. Amerikalý Avrupalý ne büyük mamureler meydana getiriyor; Aya ve yýldýzlara gidiyor Ýyi de, bu insanlarýn çalýþmalarý, Kuran-ý Kerime istinat eden ilimler münasebetiyle midir, deðil midir? Bunu iddia edecek vaziyette deðiliz, diye düþünüyor ve diyoruz ki:
“Bunlar böyle güneþin tutulmasýný saniyesi saniyesine hesapladýklarýna göre, aya þu kadar zamanda gideceðim, deyip o dakikada gittiklerine göre, onlarýn da istinat ettikleri bir hakikat kaynaðý var” sanýyoruz. Ve böylece Müslümanlýk dýþýnda sanki baþka bir hakikat kaynaðý olabilirmiþ gibi Avrupalýlarýn düþünce sistemine bir pay ayýrmaða kalkýþýyoruz.
Þimdi biz, bu konuþmamýzda bilhassa belirtmek istiyoruz ki, “Müslümanlýk dýþýnda baþka hiç bir hakikat kaynaðý olamaz”. Peki bu Avrupada gördüðümüz adamlarýn yaptýklarý iþler ne oluyor? Bunlar nasýl meydana geliyor? Ýþte sizlere Batýlýlarýn düþünce sistemleriyle ve yaptýklarý ilerlemelerle; Müslümanlýk arasýndaki münasebeti belirtmeðe çalýþacaðýz.
Önce þöyle bir noktadan baþlayalým: Sizinle beraber seyahate çýksak, dünyanýn muhtelif yerlerinde çalýþmalar yapýlan yerleri dolaþsak: dýþardan baktýðýmýz zaman, “Aman ne büyük binalar, ne büyük köprüler yapmýþlar; bu jetlerle, bu roketlerle nasýl uçuyorlar, aya nasýl gidiyorlar? Bu laboratuvardaki karmakarýþýk aletler üzerinde nasýl çalýþýyorlar” diye hayretle bunlarý seyrederiz. Amerikada aya giden herhangi bir füzenin hareketini kontrol eden bir gözetleme merkezinde çalýþan insanýn yanýna yaklaþýp, bu adamýn bilgi muhtevasý nedir, diye incelemeye baþlasak, ne göreceðiz? Maalesef, bizler öyle bir yetiþtirilme tarzýnýn içerisine konulmuþuz ki: bu laboratuvarda çalýþan insanlara ister istemez büyük bir hayret hissiyle bakýyoruz, onlarý kendimizden çok büyük görüyoruz. Þimdi biz bu büyük görme meselesinin tahliline giriþmek istiyoruz. Onun için bu laboratuvarda çalýþan büyük âlimlerden bir tanesinin yanýna yaklaþsak ve desek ki: “Beyefendi, siz burda ne yapýyorsunuz?” diyecektir ki, “Ben burada þu füzenin aya gidiþini kontrol ediyorum.” Peki nasýl kontrol ediyorsun? “Ýþte sadece þu aleti kullanýyorum” diyecek. Alet nasýl yapýlmýþ, desek, adam bize birtakým formüller yazacak. Bu formüllerin baþ taraflarýna birtakým harflerle rumuzlar koyacaktýr. Ýçimizden deriz ki, bu adam bilmediðimiz ve hiçbir zaman da akýl erdiremeyeceðimiz mevzulardan bize bahsediyor. Hâlbuki bir Müslümanýn böyle bir durumla karþýlaþtýðý zaman, bunlarý çok büyük bir mesele olarak görmemesi lâzýmdýr. Ve yine herhangibir laboratuarda çalýþan bilim adamýna bu iþleri nasýl yaptýðýný sorduðumuz zaman, o da bize bir takým formüller göstermeðe baþlayacaktýr. Þimdi biz bu formül meselesinin içerisine girip bunlardan ne kastedildiðinin bir hülâsasýný yapmak istiyoruz: Bakýn bu adam bize hangi formülden bahsederse etsin, bunun bahsetmiþ olduðu formülün þekli ve muhtevasý mühim deðil. Aslýnda formül diye yapmýþ olduðu þeyler, bir takým fikir sistemlerini ve düþünce silsilelerini rumuzlarla yürütmekten baþka bir þey deðildir. Mesela bu adamýn aya füzenin gidiþiyle yapmýþ olduðu hesap ile, mahiyet itibariyle; þu pencereden aþaðýya bir taþ atsak, bu attýðýmýz taþýn ne kadar zaman sonra yere geleceðini hesaplama arasýnda prensipleri itibariyle bir fark yoktur.
Niçin mi? Þimdi arkadaþlarýmýzýn çoklarý bilhassa lise seviyesine kadar mekanik ve fizik dersi okumuþ olanlar, biz þu pencereden bir taþ býraksak, aþaðýya bu taþýn ne kadar zaman sonra düþeceðinin hesabýný çok iyi bilirler. Hemen arkadaþýmýz oturup ve o Amerikada gördüðümüz beyaz gömlekli, makinenin baþýndaki görevli gibi derhal karþýmýza bir formül yazar ve der ki efendim on metreden mi taþý aþaðý düþürüyorsunuz? O halde buraya 10 yazacaðýz, 2 ile çarpacaðýz, 20 olacak. Yerçekimi 9.81dir. Buna böldüðümüz zaman 2 çýkacak. Karekökünü aldýðýmýz zaman 1,41 çýkacak. Bu taþ 10 metrelik bir yerden serbest býrakýlýrsa, 1,41 saniye sonra aþaðýya düþmüþ olur. Hakikaten pencereden bir taþý býraktýðýmýz zaman bir kronometre tutarsak taþýn aþaðýya tam 1,41 saniyede indiðini görürüz. Þimdi tabiî biz bu manzarayý görünce “vay canýna, bu adam bu iþi biliyor” diyoruz. Aslýnda bu adamýn bildiði þey nedir? efendim bu taþ buradan aþaðýya doðru düþerken herhangi bir anda taþý yer çekiyor. Bir çekim kuvveti var. Kuvvet diye bir þeyden bahsedecek. Sonra diyecek ki, efendim, “taþ aþaðý doðru inerken bir ivme kazanýyor. Bu ivmeden dolayý taþýn bir atalet kuvveti var. Taþ aþaðý doðru inerken yerin çekmiþ olduðu bu kuvvet yukarýya doðru mevcut olan atalet kuvvetine eþittir” çünkü daima her yerde, nerede karþýlaþýrsak karþýlaþalým “tesir, aks-i tesire müsavidir.” (etki-tepki) Sahi öyle midir? Baþlayacak bize misal vermeðe. Diyecek ki, bakýn ben masayý bir kilo kuvvetle þöyle itersem, o da bir kilo ile bu tarafa doðru beni itmiþ olacaktýr. Ve nereye gidersek gidelim, tesir, aks-i tesire eþittir. Þimdi bugün bütün dünyada her sahada yapýlmýþ olan ilmi çalýþmalarda bize esas bilgiyi veren, “tesir müsa-vi aks-i tesir” diye bir prensiptir. Tesir, aks-i tesire müsavidir (etki tepkiye eþittir).Yani herhangi bir kuvvet daima karþýsýndaki baþka kuvvetlerle dengededir.
Þimdi bir taþýn düþme zamanýný hesaplamak için “tesir aks-i tesire eþittir” prensibinden faydalanýyoruz. Bunun gibi baþka hesaplarda faydalandýðýmýz baþka prensipler de vardýr. Bu prensiplerden önemli bir tanesi “Madde yoktan var edilmez, vardan yok edilmez” prensibi. (Maddenin tahaffuzu prensibi). Diðer bir prensip ise “enerji yoktan var edilemez, vardan yok edilemez” prensibi.
Bugün bütün dünyadaki teknik sahada yapýlmýþ olan çalýþmalarýn hepsinde kullanýlan asýl fikri muhakeme, temel ve genel formül iþte bu üç prensipten ibarettir. Bugün hiçbir fizik, hiçbir kimya, hiçbir mekanik meselesi yoktur ki, bu üç prensip vasýtasýyla hesaplanmamýþ olsun. Bunun dýþýnda baþka bir prensip yoktur. O halde bizim karþýlaþmýþ olduðumuz herhangi bir Batýlý ilim adamý bir hesap yapýp da bize bir marifet gösterdiði zaman bilelim ki, bu marifetin altýnda ve arkasýnda yatan asýl hesaplarýn hepsini sýksak yere üç tane damla düþer: Biri “Tesir, aks-i tesire eþittir” prensibi. Ýkincisi “madde yoktan var olmaz, vardan yok olmaz” prensibidir. Üçüncüsü de “Enerji yoktan var olmaz, vardan yok olmaz” prensibidir. Bu üç prensibe istinaden bu hesaplar yapýlýr.
Þimdi bu hesaplarý yapýp bir takým neticeleri ortaya koyan bilim erbabýna desek ki, “beyefendi sen bu hesaplan yaparken bir takým tabirlerden bahsediyorsun.
Madde, gerçekten var mýdýr?
Kuvvet diyorsun, enerji, madde diyorsun. Nedir bu söylediðin þeyler?” Ýþte Batýlý bir âlim bütün bu hesaplarý yaptýðý halde kuvvetin ne olduðunu, enerjinin ne olduðunu, maddenin ne olduðunu bize tarif edemiyor. Bu mefhumlarý alýyor, kullanýyor ama, bunlar nedir, dediðimiz zaman anlatamýyor, gösteremiyor. Aman efendim insan maddeyi gösteremez olur mu? iþte þuradaki masa, direk v.s. görülüyor madde iþte budur. Hayýr meseleye ilmi açýdan bakýldýðý zaman bu kadar basit deðildir. Madde nedir dediðimizde þu masadýr, diye bize gösterdiði takdirde, “acaba bu masa nedir? diye bir incelemeye kalkýþýrsak; masanýn üzerine çok büyük bir mikroskopla yaklaþmaya baþlarýz. Maddenin ne olduðunu anlamak için, ilk önce masanýn üst yüzeyinden birtakým pürüzler görürüz. Sonra bu pürüzlerin içerisine girdiðimiz zaman, eðer aðaçtan yapýlmýþ bir ahþap masa ise bu nebatýn hücrelerini görürüz. Bu hücrelerin de kendi içerisinde birtakým organik maddelerden ve bu organik maddelerin ise birtakým moleküllerden yapýldýðýný görürüz. Bu moleküllerin içerisine bir elektron mikroskobu ile bakacak olursak, maddenin içindeki bu en küçük parça dediðimiz molekülün bir takým atomlardan yapýlmýþ olduðunu fark ederiz. Atom nedir deyip içerisine girdiðimiz zaman ise görüyoruz ki, atom bizim güneþe ve etrafýnda dönen yýldýzlara benzeyen bir yapýya sahiptir. Ortasýnda týpký güneþ gibi bir merkezi kýsým bulunuyor. Buna proton deniyor. Bunun etrafýnda dünyanýn ve diðer yýldýzlarýn dönüþü gibi bir takým elektronlar dönüyor. Týpký dünya ve diðer yýldýzlar güneþin etrafýnda nasýl dönüyorlarsa, þu masanýn içerisindeki her bir atomda da bu þekilde ve sürekli hareket ediyor.
Peki, bu atom dediðimiz þey nasýl bir þeydir? Elektron mikroskobu ile gelip bunun içerisine girdiðimiz de anlýyoruz ki, þimdi nasýl bir güneþi dünyadan pek çok uzaklarda görüyorsak, bunun gibi; atomun protonu ile elektronu arasýnda (yani güneþ ile dünya arasýnda) da çok büyük bir boþluðun olduðunu görüyoruz. Öyle ki, biz dünya ile güneþin arasýna on bin tane dünya koyarsak ancak güneþe eriþiriz. Hâlbuki atomun içerisinde elektron ile protonun arasýna (yani oradaki dünya ile güneþin arasýna) yüz bin tane koyduðumuz zaman ulaþabiliriz. Bunun manasý þudur:
Biz madde diye her tarafýný dolu olarak görmüþ olduðumuz cismin içerisine girdiðimiz zaman bir boþlukla karþýlaþýyoruz. Hâlbuki zahiren dolu zannediyoruz. Peki, bunun aslý neymiþ? Boþluk. Ama ne boþluðu? Efendim iþte bir elektron var, bir de proton var madde dediðimiz þeyin içerisinde. Ve bunlarýn arasýnda da arz ile güneþin arasýndaki boþluðun daha on misli büyük boþluk var. Biz bunu dolu zannediyorduk. Evet dýþarýdan baktýðýmýz zaman dolu sanýlýyor… Çünkü içerisini göremiyoruz. Görme kabiliyetimiz yetmiyor. Gerçekte ise bunun içerisinde boþluk var…
Þimdi bu Amerikan laboratuarýnda bize o hesaplarla fiyaka yapan insaný getirip de mikroskopla bu boþluðun içerisine sokup: “beyefendi sen demin hesaplarýnda maddeden bahsettin. O halde nerede bu madde?” dediðimiz zaman, bu insan bu boþluðun içerisine girip kayboluyor. Çünkü bunun içerisindeki elektron ve proton dediði þeylerin aslýnda bir aðýrlýðý veya herhangi bir hacmi görünmüyor. Dünyadaki bütün altýnlarýn hepsini, eðer atomlarýnýn içindeki boþluklarý çýkartacak kadar bunlarý sýkabilirsek, sadece bir yüksüðün içerisine sýðacak kadar küçülür. Dünyadaki bütün altýnlar bir ucu Lizbonda bulunan öbür ucu Sibiryaya kadar uzanan bir katarý dolduracak kadar çok görülür..
Yani bizim gördüðümüz, altýn gibi en aðýr bir madde dahi aslýnda büyük boþluklardan meydana geliyor. Ýþin içerisine gelip girdiðimiz zaman orta yerde madde diye bir þey kalmýyor. Hatta deniliyor ki: “Efendim bu kenardaki elektron aslýnda yoktur.” Ya ne varmýþ? “Þöyle bir dalga var. Bu dalga böylece dönüyor. Bir madde yok” diyorlar. Nasýl bir dalga? Meselâ þu salonun þu ucundan buraya kadar bir ip gersek þuradan bir dalga versek bu ipe, bu dalga buradan oraya kadar yürür gider. Ýþte siz elektron dönüyor diye kabul ediyorsunuz. Hâlbuki aslýnda dönen elektron deðildir. Dönen neymiþ? Dönen bu dalgadýr. Özetle madde diye bir þey yoktur.
O halde bugün Batý, bir takým hesaplar yapýyor, bir takým iþler baþarýyor gibi gözüküyor. Ama kendisinin kullanmýþ olduðu mefhumlarýn ne olduðunu bile kendisi bilmiyor. Bugün Batýdaki bir insan madde nedir bilmez. Batýdaki bir insan enerji nedir bilmez. Batýdaki bir insan kuvvet nedir bilmez..
Niçin bu konu üzerinde duruyoruz? Müslüman kardeþlerimiz, yarým yamalak batý ilimlerini okumuþ insanlara rastladýklarý zaman, bunlarýn küçümsemesiyle karþýlaþýyor. Batýlýlar kendi küçüklüklerini bilmiyor. Ben bu akþam size; Müslümanlarý küçük gören insanlarýn kendilerinin küçük olduðunu ispat etmek için huzurunuza geldim.
Gitmiþ, Batýda biraz tahsil yapýp gelmiþ, Müslümanlýðý küçük görmeye kalkýyor. Niçin? Efendim dünyada ilim var, fen var diye hava atýyor. Nedir senin ilim dediðin? Aya çýkýlýyormuþ, yýldýzlara gidiliyormuþ… Gel söyle bakalým, aya yýldýzlara hangi hesaplarla gidiliyor? Onun bunlarýn hiç birinden haberi yoktur. Bu hesaplarýn nereden çýktýðýný bilmiyor. Bildiði takdirde buraya gelmeye mecburdur. Diyecek ki, bir takým prensipler var. Bu prensipleri biz tecrübelerle tespit ettik. Bu prensiplere inanýyoruz. Bu prensiplere istinaden hesaplar yapýyoruz. Nedir bu prensipler? Ýþte “Tesir aks-i tesire eþittir. Madde vardan yok olmaz, yoktan var olmaz.” Peki, senin bu madde dediðin nedir? Enerji ve kuvvet dediðin nedir? diye sorduðumuz zaman bize karþý, o büyük pozlarý takýnan insanlar, bunlarýn ne olduklarýný izah edemiyor, burada takýlýp kalýyor. Niçin? Çünkü onlar asýl ilim nedir, onu bilmezler. Bazý basit tatbikatlarý ilim zannederler. Hâlbuki onlarýn gelip týkandýklarý bu yer var ya, iþte ilim ondan sonra baþlar aslýnda… Sen madde nedir bilmeden, sen enerji nedir, kuvvet nedir bilmeden, gelip de boþuna böbürleniyorsun burada Madde dediðiniz þey var mý yok mu? Daha bunu orta yere koyamýyorsun. Bak biriniz böyle söylüyor, diðeriniz baþka söylüyor. Biriniz diyor ki, “Evet madde vardýr. Öbürünüz hayýr madde yoktur, bu bir dalgadýr, þudur, budur diyor.” Þimdi bunlarýn en büyük yetiþmiþlerinden bir tanesinin ismini iþitmiþinizdir: Einstein (Aynþtayn) adlý Yahudi bilgini… Einstein bütün bu meselelerle senelerce uðraþtýktan sonra ömrünün sonlarýnda þunlarý söylemiþtir: “Ben ömrümde uzun müddet, hakikaten bu madde ve enerji ile, kuvvetle uðraþýp bir sürü hesaplar yaptým, ama bütün hayatým boyunca bunlarýn ne olduðunu anlayamadým. Hatta size bir þey söyleyeyim. Acaba biz hesaplar yaparken “madde, enerji, kuvvet” gibi mefhumlarý kullanacaðýmýza, bunlarýn yerine baþka mefhumlarý kullanmýþ olsaydýk, acaba daha mý kolay hesap yapardýk? Bunu da bilemiyorum. Yalnýz hissettiðim bir þey var, o da böyle enerji, madde, kuvvet diye birbirinden ayrý üç mefhum olmadýðýdýr. Ben bu iþte bir tevhit (birlik) hissediyorum. Bir tek mefhum olsa gerek ki, bu bazen enerji haline, bazen de madde haline giriyor; bazen kuvvet haline giriyor. Evet bunun ne olduðunu hissediyorum ama bir türlü bulamýyorum” diyor. Nitekim atom parçalandýðý zaman madde enerji haline geliyor. Yine enerjiyi bir yerden toplamak mümkün olduðu takdirde ondan da madde meydana geliyor. O halde madde nerede? Enerji nedir? Asýl olan bunlarýn hangisidir? Diye sorduðumuz zaman bugün Batý ilmi ve Einstein gibi bilginleri bunun cevabýný veremiyor. Ve bu cevap verememe karþýsýnda, kendi durumlarýnýn bir çýkmaz içinde olduðunu kendileri itiraf ediyor. Hani gelip de bir Müslümana yukarýdan bakan bir insan var ya, o insan bilmelidir ki, kendisinin bir varlýk olarak istinad etmiþ olduðu Batý ilmi, bugün gelmiþ, bir çýkmazýn içine saplanmýþtýr. Bir týkanýklýðýn içerisindedir. Bu týkanýklýk, mefhumlarýn ne olduðunu bilmemekten ileri geliyor. Ve tabi daha baþka sebepleri de bulunuyor. Meselâ Batýlý insan bu prensipleri tatbik etmek suretiyle hesap yapmak istediði zaman, bugün hesaplarý da yapamýyor. Bir çýkmazýn, bir týkanýklýðýn girdabýndadýr. Bütün Batý memleketlerinde doktoralar yaptýrýlýyor. Bu doktoralarda birazcýk karýþýk bir mesele olduðu zaman, bunlarý çözüp halledemiyorlar. Ama bunlarý çok defa açýklýkla söyleyemiyorlar. Þimdi þu anda ben çok arzu ederim ki, Batý üniversitelerinde doktoralar yaptýrmýþ bir ilim adamý karþýmýzda olsa da, bu meseleyi biz onlarla münakaþa etsek, siz aramýzda hakem olsanýz. Ýsbat etmek üzere iddia ediyorum ki; “Batý bugün yapmýþ olduðu hesaplarýn, kullanmýþ olduðu mefhumlarýn ne olduðunu kendisi bilmez, bu bir. Ýkincisi bu hesaplarý yaparken bir çýkmazýn içindedir. Batýnýn hesap ve riyaziye imkânlarý, bunlarý çözmeðe yetmez.” Bunlara sorsak: Peki ne yapýyorsunuz siz bu doktora çalýþmalarýnýzda? Bakýn, ben size anlatayým: Mesela þuradan bir gemi gidiyor, bu geminin arkasýnda acaba nasýl dalgalar meydana gelecek? Bunu hesaplayýn deseler, þimdi bizim üniversitelerimizde ilim diye yaptýðýmýz þey þudur: Bu gemiyi yürütüyoruz, geminin arkasýndaki dalgalarýn, bir modelin üzerinde fotoðraflarýný alýyoruz. Bakýyoruz ki; þöyle dalgalar meydana geliyor, sonra geçiyoruz masa baþýnda, bunu hesaplamaya çalýþýyoruz. Bunun için yaptýðýmýz þey, þu üç tane prensibi formüllerle yazmaktýr. Ama ondan sonrasýný çözemiyoruz, yani muhakeme silsilesini yürütemiyoruz, iyi mefhumlar seçmediðimiz için bir yerde týkanýp kalýyoruz. Bundan sonra bir takým kolaylýklar yapýyoruz. Ama bu kolaylýk ilim deðildir.
Bu kolaylýk bir ressamýn resim yapmasý gibi hususlardýr. Üzerinde þu önemli deðildir, bu önemlidir diye hesaplarý kendi elimizde oynayarak o fotoðrafýný almýþ olduðumuz þekle benzetmeðe çalýþýyoruz. Ve istiyoruz ki, daha önce fotoðraftaki þekil buradaki hesabýn neticesi olarak meydana gelsin. Neden böyle bir çalýþma þekline giriyoruz, çünkü bu prensip ve kurallarý ve kullandýðýmýz kavramlarý çözmek için matematik bilgimiz yetmiyor. Çünkü bizim içerisine girmiþ olduðumuz yol çýkmaz bir yoldur. Siz Batýlýlarýn bugün aya füzeyle gittiðine bakmayýn, ilim sahasýndaki çalýþma itibariyle bir çýkmaz noktanýn içerisine gelip saplanmýþtýr Batý. Peki ne olacak? Þu çýkmaz yoldan kurtulmanýn mümkün olup olmadýðý meselesini görüþmek için, Müslümanlýðýn bu ilimlere nasýl baktýðý meselesini, incelememiz gerekir.
Ýlimde sýçrama noktalarý, ilahi kaynaklýdýr:
Bakýn bu formüllere ve bu hesaplara Müslümanlar nasýl bakýyorlar? Bunun için önce bu batýlý adamýn birtakým fiyakalarla kullanmýþ olduðu þu formüllerin, bütün þu bilgilerin asýl sahibi kimdir? Önce bunu araþtýralým. Þu Batýlýlar ne biliyorsa getirsin hepsini üst üste yýðsýn karþýmýza, “Ben þunlarý biliyorum” desin. Bunlarýn hepsini üst üste koyalým; bunun bir boyu var, bir karýþtýr. Ýþte onun bildiðinin hepsi bu kadardýr. Hepimiz iyi biliriz; insanlarýn bütün bilgisini toplasak Cenab-ý Hakkýn sonsuz ilmi karþýsýnda denizdeki bir noktayý dahi tutmaz. Onun için bu adamlarýn böyle fiyaka yapmalarý boþ kuruntularýdýr.
O kulluðunu bilse, Cenab-ý Hakkýn ilminin geniþliðini takdir ve tasavvur edebilse, o pozlarýn hiç birini yapmaz. Cenab-ý Haktan sadece kendisine daha fazla ilim vermesini niyaz eder. Þimdi bu bilginin gerçek sahipleri kimdir? Bu bilgi nasýl meydana gelmiþtir? Bunu mutlaka incelememiz gerekir. Ýnsanlýðýn bugün sahip olduðu bilgilerin hepsinin insanlýk tarihinde bir biri üzerine eklene eklene meydana geldiðini biliyoruz. Bugün elimizdeki yazýlý vesikalar beþ bin sene öncesine kadar gidiyor. Ondan öncesine ait bir yazý olmadýðý için acaba daha önce insanlar neler biliyorlardý? Bu hususta bir bilgimiz yok. Onun için þimdi bugünkü durumdan geriye doðru gidelim ve insanlýðýn beþ bin senelik tarihinde acaba ilim nasýl geliþmiþ onu incelemeðe bakalým. Ýlk insaný sýfýr kabul edelim. Beþ bin sene önceki insan: taþ devrinde, maðarada yaþýyor. Ateþ nedir henüz bilmiyor. Yavaþ yavaþ öðreniyor. Cenab-ý Hak insanlara zeka vermiþ, akýl vermiþ, birtakým nimetler ve faziletler vermiþ, insan diðer mahluklardan farklý bir yaratýktýr. Diðer hayvanlar meselâ bir aslan, maymun vs. muayyen kabiliyetlerle teçhiz edilmiþtir. Fakat insanlardaki zekâ bunlarda yoktur. Meselâ bir insan; karþýsýndaki hayvana bir taþ atacaðý zaman bu taþýn ne büyüklükte olmasý lâzým ki o hayvaný devirebilsin, bunu aklýyla takdir edebiliyor. Hayvanlar ise karþýsýndaki düþmana ne büyüklükte ve ne atacaðýný akýl edemiyor. Ama insanlar Allah’ýn lütfettiði akýl gibi nimetler vermiþ. Bu nimetler sayesinde muhtelif þeyleri takdir etmeðe baþlamýþ. Ýnsanlýk tarihinde bilgi bakýmýndan mühim bir husus, ateþin öðrenilmesidir. Belki insanlar yanardaðlarýn lavlarýný gördüler; tahtalarý ve taþlarý birbirine sürdüler, ateþ yaktýlar. Bunun nasýl olduðunu bilmiyoruz. Ama insanlýk yavaþ yavaþ ateþi farkettiler. Bundan sonra insanlar, muhtelif tarihlerde muhtelif þeyler öðrene öðrene bugüne kadar geldiler. Bu arada ilk insanýn bilgisini, ilk çaðdaki insanýn bilgisi olarak söylemekten çekiniyorum. Çünkü Âdem (a.s)ýn Allah tarafýndan eðitildiðine ve gerekli bilgilerle donatýldýðýna inanýyoruz.. Biz ilk insanlardan bahsediyoruz taþ devrinde yaþayan insanlarýn bilgisini konuþuyoruz.
Acaba beþ bin senelik insanlýk tarihinde, ilk noktadan zamanýmýza kadar insanlar bu günkü bilgilerini nasýl elde ettiler? Ýlk akla gelen izah, insanlar bu günkü bilgilerini; zamanla araþtýra araþtýra, merdivenleri çýka çýka elde ettiler, demek olacaktýr.
Fakat ilimler tarihinde yapýlmýþ olan incelemeler gösteriyor ki, insanlar ilk seviyelerinden bugünkü bilgilerine; böyle basamak basamak muntazam bir merdiveni çýkarmýþ gibi gelmemiþlerdir. Bunu incelediðimiz zaman þöyle bir geliþme görüyoruz: ilk devrin insanlarý yavaþ yavaþ bilgi sahibi olmuþlardýr. Böylece bir yere gelmiþler, bu yerden sonra birden bire bilgileri artmýþtýr. Ondan sonra bu artýþ yine yavaþ yavaþ cereyan etmiþ, ve tekrar bir noktaya gelip týkandýktan sonra yine büyük bir geliþme yaþanmýþtýr. Peki, ama insanlýk tarihinde bilgilerin birden bire arttýðý baþlangýç nokta neresidir? Ýki tane mühim nokta var (B ve C noktalarý). Nerelerdir bu yerler? Bugünkü ilimler tarihi diyor ki, insanlar bilgilerin artmaya baþladýðý birinci nokta Asr-ý Saadettir. Bu nokta 7. asra rastlýyor. Asr-ý Saadette insanlarýn ilimleri birden bire artmaya baþlýyor. Nereye kadar gitmiþ? (C) noktasýna kadar gitmiþ. Burasý miladi 14. ve 15. asýr (Hicri 7. ve 8. asýr)
Bu iki noktadan biri (B) Müslümanlýðýn ilmi bütün insanlardan teslim alýp inkiþaf ettirmeðe baþladýklarý tarihtir. Diðer nokta (C) Haçlý seferlerinden sonra, Rönesansta Avrupalýlarýn ilimleri Müslümanlardan aldýktan sonra yürütmeðe baþladýklarý tarihtir. Binaenaleyh insanlýk tarihinde Asr-ý Saadetten Rönesansa kadar geçen yedi asýrlýk bir devir var ki, bu devirde bütün insanlýðýn ilimlerini, Müslümanlar inkiþaf ettiriyor. Araþtýrmalar gösteriyor ki, bugünkü mevcut bilgilerin en aþaðý yüzde 60-70 ini Müslümanlar inkiþaf ettirmiþlerdir. Bu ne demektir? Bize poz yapan, þu karþýmýza gelip de Müslümanlarý küçük görmeðe kalkan insanýn, ilminin yarýsýndan fazlasýnýn sahibi Müslümanlardýr. O insanýn bu tavrý takýnmasý sadece bunlarý bilmediðinden dolayýdýr. Acaba hakikaten Müslümanlýk devrinde, bu ilimlerin inkiþafý bu derece yükselmiþ midir? Bunun izahýna geçmeden önce sizlere þu iki noktaya ait üçer hususiyet söylemek istiyorum. Bakýnýz Asr-ý Saadette Müslümanlarýn ilme yapmýþ olduðu hizmet nasýl olmuþtur? Rönesansta Avrupalýlarýn Müslümanlardan ilmi alýþý nasýl olmuþtur?
Batýlýlar, bilim hýrsýzlarýdýr:
Bazý insanlar sadece, “Batý ilmi diye bir þey vardýr, sizin bundan haberiniz yoktur” demekle kalmazlar, ayrýca bazý Ýslâm düþmaný müsteþriklerin kendilerine öðrettikleri birtakým yanlýþ fikirlerle de doludurlar. Ve bunlar: Müsteþriklerin þu sözlerini tekrar ederler: “Müslümanlarýn ilme, aslýnda sizin büyüttüðünüz kadar hizmeti olmamýþtýr. Onlar eski Yunanda, eski Hindistanda, eski Mýsýrda bulunan ilimleri almýþlar, öðrenmiþler, insanlýk sevk-i tabiisiyle bunlarý da bir miktar inkiþaf ettirmiþler ve ondan sonra bu ilmin sahibi olan Avrupalýlara getirip tekrar teslim etmiþlerdir” derler. Bu külliyen yanlýþtýr. Müslümanlar hakikaten eski Mýsýrlýlarýn, eski Yunanlýlarýn ve eski Hintlilerin ilimlerini inceleyip almýþlardýr. Fakat bu alýþta, üç mühim hususiyet vardýr:
1) Bu ilmi, bu bilgiyi kimin kitabýndan aldýklarýný açýklamýþlardýr. Demiþlerdir ki, “Biz Batlamyusun kitabýnda okuduk, biz Öklidin kitabýnda okuduk, böyle diyor; biz Pisagorun kitabýnda okuduk, þöyle diyor” diye daima aldýklarý kaynaðý belirtmiþlerdir. Bilgi gaspýna ve bilgi hýrsýzlýðýna tenezzül etmiþlerdir.
2) Ýslâm âlimleri bu eskilere ait kitaplarý okuyarak bilgilerini alýrken, bunlarý ezbere almamýþlardýr. Bunlarý hemen kabul de etmemiþlerdir. Bu bilgileri tashih etmiþlerdir, düzeltmiþ ve deðerlendirmiþlerdir.
3) Ýslâm âlimleri Yunanlýlardan, Mýsýrlýlardan, Hintlilerden bazý ilmi alýrken kendileri yüksek seviyede bulunup, aldýklarý milletler aþaðý seviyede bulunuyorlardý. Yani aþaðýdan yukarýya doðru almýþlardýr. Buna mukabil Haçlý seferleri yayýlýp da Avrupalýlar Müslümanlarla temas ederek onlardan bir takým ilimler almaya baþladýklarý zaman da üç hususiyet göze çarpmaktadýr:
(a) Avrupalýlar bu ilmi kimden aldýklarýný katiyen söylememiþlerdir. Müslümanlarýn kitaplarýný okumuþlar, fakat kimin kitabýndan hangi bilgiyi aldýklarýný kendi kitaplarýnda zikretmemiþlerdir. Diðer Avrupalýlar bu kitaplarý okuduklarý zaman, o adam bunu kendi yazmýþ zannetmiþlerdir. Böyle bir takým yanlýþ yere büyütülmüþ insanlar var Avrupada. Bizim kitaplarýmýza bugün bu isimler gelip geçmiþtir. Biz bu prensipleri onlarýn bulmuþ olduklarýný zannederiz. Oysaki onlar bu prensipleri Müslümanlarýn kitaplarýný okuyarak almýþlardýr. Acaba böyle midir? Bunlarýn ispatý için size misaller arz edeceðim. Yalnýz önce þu hususiyetleri bitirelim.
(b) Avrupalýlar, Müslümanlardan ilmi alýrken bu ilimleri anlamadan almýþlardýr. Bizim bugün büyük gördüðümüz Avrupalý muhterem insanlar nasýl anlamazlar, nasýl olur efendim? Þimdi misaller vereceðim. Hep beraber göreceðiz, anlamadan aldýklarýný.
(c) Avrupalýlar, Müslümanlardan ilimleri alýrken kendi seviyeleri bu ilimleri almaya müsait deðildi. Yani Avrupalýlar, Müslümanlardan ilimleri alýrken yukarýdan aþaðýya almýþlardýr. Müslümanlar yukarýdaydý, Avrupalýlar aþaðýdaydý. Ne bakýmdan Müslümanlar yukarýdaydý? Avrupalýlar, bu ilimleri alýrken önce lisanlarý bu ilimleri almaða müsait deðildi. Müslüman kitaplarýndaki mefhumlarý kavrayamýyorlardý.
14. asýrda tercüme ettikleri bir kitaptaki mefhumlarý ancak 18. asýrda anlamaða baþlamýþlardýr. Yani dört asýr sonra. Bazý ilimleri ise ancak beþ asýr sonra anlamýþlardýr.
Muhterem kardeþlerim, özetle, Müslümanlar baþkalarýnda ilmi alýrken bunu kimden aldýklarýný bildirmiþlerdir. Üstelik bu ilimleri, olduðu gibi almamýþlar, yanlýþlarýný düzeltmiþler, tashih etmiþlerdir. Bilgiyi aldýklarý milletlerden daha yukarý seviyede idiler. Ama Batýlýlar ise: Kimden ne aldýklarýný zikretmemiþlerdir. Yani ilim hýrsýzlýðý yapmýþlardýr. Bu aldýklarýný anlamak için de çok asýrlar harcamak mecburiyetinde kalmýþlardýr.
Þimdi biz, bunlarý burada aramýzda rahatlýkla konuþuyoruz. Fakat, asýl önemli olan Ýslâm düþmaný müsteþriklerin karþýsýnda bunlarý konuþmak ve onlara bu meseleyi kabul ettirmek. Onun için bu konuþmuþ olduðumuz hususlarýn hakikate uygunluðunu ispat etmek mecburiyetindeyiz.
Müsbet ilmin kurucularý müslümanlardýr:
Þimdi ortaya daha büyük bir iddia koyuyorum. Diyorum ki, bugün Batýlýnýn ilmi dediðimiz Fiziði, Kimyayý, Matematiði, Astronomiyi, Týbbý, Tarihi, Coðrafyayý ve hatta bugünkü ilimlerin hepsini Müslümanlar kurmuþlardýr. Bu tabiî çok büyük bir iddia… Fakat bu iddianýn ispatýna hazýrýz.
Bakýnýz, meselâ en önemli geliþmelerden bir tanesi, Aya, yýldýzlara gitme konusudur bugün, deðil mi? Bu Aya, yýldýzlara gitme konusu bizim astronomi dediðimiz yýldýzlar bilgisine ait bir husustur. Ve biliyoruz ki; astronominin kurucusu Müslümanlardýr. Size bunlardan sadece birkaç örnek vereyim: Meþhur Ýslâm âlimlerinden el-Battanî isimli büyük bir astronomi âlimi, yani feza ilmi âliminden bahsetmek istiyorum. El-Battanî kimdir? içinizde bilen var mý? Bizim kendi alimlerimiz maalesef bize öðretilmemiþtir. Çoðunuz Batlamyusun ismini iþitmiþizdir. (Ptoleme veya Batlamyus diye..) Çünkü maalesef bizim kitaplarýmýz, bu Batýlý bilginlerin ismini yazar. El-Battani’ye gelince ismini bile zikretmez. Neden? Çünkü bizim kitaplarýmýz birtakým taraf tutan Batýlýlarýn kitaplarýndan tercüme edilmiþtir. Halbuki Pîtoleme (Batlamyus), nerede, el-Battanî nerede? Bakýn bunlarýn arasýndaki farký size açýklamaya çalýþayým: El-Battanî kendisinden önceki Mýsýrlý âlim Batlamyusun güneþin fezada bulunmuþ olduðu yerden ayný yere tekrar gelmesi için, yani bir senelik bir zamanýn geçmesi için; bizim bugünkü tabirimizle dünyanýn kendi etrafýnda 260 defa dönmesi lâzýmdýr, dediðini, yani bir seneyi 260 gün zannettiðini görüyor. El-Battanî, ise Batlamyusun düþüncesinde yanýldýðýný, bir senenin 365 gün, 5 saat, 46 dakika, 22 saniye olduðunu söylüyor. Þimdi müsteþrikler, ve batý taklitçileri bize el-Battanî ile Batlamyus arasýndaki farkýn basit bir fark olduðunu iddia edebilir mi? Þu görmüþ olduðumuz rakam bugünkü en hassas ölçü aletleriyle yapýlmýþ olan ölçüye nazaran bir senenin hakiki müddeti bakýmýndan sadece 2 dakika ve 24 saniye kadar farklý bir miktardýr. El-Battanî, senenin uzunluðunu iþte bu kadar hassas bir þekilde ölçüp ortaya koymuþtur. Peki, bir seneyi 260 gün zannetmenin ilmi seviyesi nerede, bir seneyi, saniyesine kadar bildirmenin derecesi nerede? Evet bu farklar, baþka sahalarda da þimdi göreceðimiz gibi devam edecek. Niçin? Çünkü Müslümanlar ilmi ellerine almýþ, bunlarý düzeltip hýzla artýrmýþtýr. Bu tarihlerden sonra Batlamyus gibileri ise eski devirlerde ve çok gerilerde kalmýþ olan bir insan konumundadýr.
Eski Mýsýrlýlar Akdenizin geniþliðini, meselâ Mersinden Ýskenderiyeye kadar olan mesafeyi, bugünkü gerçek uzaklýðýnýn yirmide biri kadar zannediyorlardý. Yani Ankara ile Konya’nýn arasý 260 kilometre. Onlar Ankara ile Konyanýn arasýný 10 kilometre zannediyorlardý. Ama iþ Ýslâm âlimlerine gelince: Akdenizin hakiki geniþliðini ilk defa ve en doðru biçimde ölçmüþlerdir. Nasýl ölçtüler? Abbasiler devrinde Halife Memun, “Ben Akdeniz bölgesindeki Müslüman topraklarýn kadastrosunu çýkartmak, herkesin hakkýný ve sýnýrýný tespit etmek istiyorum. Bana bütün Akdeniz boyundaki Ýslâm diyarlarýnýn ölçülerini kesin olarak çýkartýp getireceksiniz” dedi ve bu iþi âlimlerine vazife olarak verdi. Ýslâm âlimleri o zamanki imkânlara göre Akdenizin geniþliðini ölçmek için þöyle bir yol takip ettiler: Akdenizin kenarýnda sahilde kurulan bir þehirden ölçüye baþladýlar. Yüksek bir tepenin üstüne çýkýyorlar, o tepeden itibaren görebildiði kadar, ileriki mesafeye bakýyorlar. Sonra çýkmýþ olduðu tepenin denizden yüksekliðini ölçüyorlar… O zamanki aletlerle güneþ batarken bulunduklarý tepeden aletlerle aradaki açýyý hesap ediyorlar. Daha açýk bir misal üzerinde konuþursak, meselâ Konyada bir tepeye çýktýk. Bakýyoruz, Kulu kasabasýnda güneþ batýyor. Güneþin orda kaç derecelik bir zaviye ile battýðýný hesaplýyoruz. Ardýndan bulunduðumuz tepenin yüksekliðini ölçüyoruz. Bu yüksekliði ve bu zaviyeyi belirledikten sonra aradaki mesafeyi matematikle buluyoruz. Yani Kulu’dan Konya’ya kadar olan mesafeyi hesaplýyoruz. Nasýl yapýyoruz? Sýrf bunu hesaplamak için bizim bugün trigonometride kullandýðýmýz sinüs, kosinüs, tanjant, kotanjant mefhumlarýný icat ederek hesaplýyoruz. Bu mefhumlarý ilk defa bulan Halife Memun zamanýndaki Müslüman âlimlerdir. Bunlar bu mesafeyi hesaplarken karþýsýndaki açýnýn sinüs ve kosinüsünü hesaplýyor ve bu hesaplar vasýtasýyla mesafeleri ölçüyorlar. Buradan gidiyor, Kuludaki tepeye çýkýyor; oradan da Ankara istikametine bakýyor. Ara yerdeki mesafeyi ölçüyor, böylece tepelere çýka çýka þehirler arasýndaki mesafeleri ölçe ölçe Akdenizin bütün uzunluðunu hesaplýyor. Bu suretle bulmuþ olduklarý uzunluk; Akdenizin bugün bildiðimiz uzunluðunun ta kendisidir. Eski Mýsýrlýlarýn Akdenizin uzunluðunu bugünkünün yirmide biri kadar zannetmelerine raðmen, Müslüman âlimleri iþi ele alýnca o günkü imkânsýzlýklara raðmen, hakiki mesafeyi hesaplayabiliyorlar.
Þimdi bu “sinüs” meselesine gelelim. Trigonometri okuyan nispeten yaþlý kardeþlerimiz, aðabeylerimiz burada bilirler ki, eskiden trigonometri dersi okunurken sinüs, kosinüs kelimeleri yerine “ceyp, taceyp” kelimeleri kullanýlýrdý. Bizim otuz sene önce yazýlmýþ lise kitaplarýnda bunlar ceyp, taceyp olarak geçer. Ceyp kelimesi arapça bir kelimedir. Ýlk defa halife Memun zamanýndaki Müslüman âlimleri mesafe ölçerken bu kelimeyi kullanmýþlardýr. Bu uzunluðu o zamanki insanlar “cebe” benzetmiþler ve buna bizim türkçede cep demek olan ceyp demiþlerdir. Hesaplarýnda, kitaplarýnda “ceyp aþaðý, ceyp yukarý” diye bir sürü hesaplar yapmýþlardýr. Þimdi bu kitaplarý Haçlý seferlerinden sonra Avrupalýlar almýþlar, bakmýþlar ki, bunlar Akdenizin geniþliðini fevkalâde doðru bir þekilde ölçmüþler Ama Bunu nasýl yaptýklarýný ve hesaplamalarda kullandýklarý ceyp gibi tabirleri anlamamýþlardýr. Bu hesaplarý hiç anlamadan lügatý açmýþlar, Arapçadaki ceyp kelimesinin Lâtince karþýlýðý olan (sinüs) kelimesini kullanmýþlardýr. Avrupalýlar buna (sinüs) dedikleri için, biz de her þeyimizi Avrupalýlardan aktarmaða kalktýðýmýzdan, bugün kendi mekteplerimizde kendi bulduðumuz ilimlerin adlarýný onlarýn anlamadan kullandýklarý kelimelerle okutuyoruz. Onun için sinüs, kosinüs tabirlerini kullanýyoruz. Hâlbuki bunlarý bulanlar Müslümanlardýr. Malýn sahibi Müslümanlardýr. Avrupalý bizden bunu anlamadan almýþ, bizde yine anlamadan onlardan alýyoruz.
Matematik, cebir, geometri Müslümanlarýn malýdýr:
Elbette Müslümanlarýn yaptýklarý sadece bunlardan ibaret deðildir. Müslümanlar bugünkü coðrafyada bildiðimiz arz daireleri arasýndaki mesafeleri ölçmüþlerdir. Halife Memun zamanýnda, Harran ovasýnda, bizim Türkiye’de bulunan bir kaza ile Irakta bulunan diðer bir þehir arasýndaki mesafelerin fiilen ölçülmesi ve mesafelerde güneþ bölgelerine ait yapýlan hesaplarla tespit edilmiþtir. Arz daireleri arasýndaki miktar bugünkü bilgilerimize göre 111.000 kilometredir. Daha Halife Memun zamanýnda bunun 111.000 km. olduðu hesaplanarak ortaya konulmuþtur.
Ve yine Müslümanlar, bu ilimler arasýnda sinüs, kosinüs v.s. bulduktan baþka bunlarýn tablolarýný da yapmýþlardýr. Sinüs cetvelini bugün mekteplerde kullanýyoruz. Hattâ bu cetvellerin çoklarý tercüme edilmiþtir. Tercüme edilen kitaplara bakarsak, Ýngilterede, Fransada, Almanyada basýlmýþ kitaplardýr. Ve biz zavallý insanlar olarak bugün zannederiz ki bu kitaplarýn içindeki hesaplarý ilk defa yapanlar Avrupalýlardýr. Hâlbuki ilk defa trigonometri cetvellerini Müslümanlar hazýrlamýþlardýr. Hem de öylesine hassasiyetle ki. Büyük Müslüman âlimlerinden Horasanlý Gýyasettin Cemþîd, “Risâletül-Muhitiyye” adlý kitabýnda bir derecenin sinüsünü ilk defa hesaplamýþlardýr. Þimdi tekrar karþýmýza Avrupalýyý, hususiyle müsteþriki alýp soralým: Siz diyorsunuz ki, Müslümanlar bu ilimleri Yunanlýlardan ve Mýsýrlýlardan aldýlar. Gösterin, Nerede Mýsýrlýlarda sinüs mefhumu, nerede Mýsýrlýlarda trigonometrik hesap mefhumu? Nerede Mýsýrlýlarda sinüs bir derecenin kýymeti? Böyle þeyleri onlar bilmezler Ama Gýyaseddin Cemþid, sinüs bir dereceyi bakýn ne hassasiyetle hesaplamýþtýr: 0, 017 452 404 437 238 371. Takriben virgülden sonra 18 hane hassasiyetle sinüs bir dereceyi hesaplýyor. Bugün bu hesabý elektronik makine ile yaptýðýmýz zaman bir tek rakamý bile þaþmýyor Gýyaseddin Cemþîd, trigonometri cetvelini bu hassasiyetle oturup yapmýþtýr. Nasýl yapmýþ? Onlarýn bu iþi nasýl yaptýklarýný düþündüðümüz zaman akýllar duruyor. Öyle metotlar karþýsýnda, hayranlýktan baþka bir þey duymak mümkün deðildir.
Keza bugün yine Avrupalýlara “pi sayýsý”nýn kimin tarafýndan bulunduðunu sorsak, efendim pi sayýsýný eski Yunanlýlar bulmuþlar derler. Hayýr, pi sayýsýný ilk defa bulan ve pi sayýsýnýn rakamlarýný hassasiyetle hesaplayanlar yine Müslümanlardýr. Ve yine Gýyaseddin Cemþîdin Risâletül – Muhitiyye adlý kitabýndan bu hesabý sizlere veriyorum. Gýyaseddin Cemþîd pi sayýsý için þu rakamlarý veriyor; 3,141592635589743 yani virgülden sonra 15 hane hassasiyetle pi sayýsýný doðru olarak hesaplýyor. Bugün elektronik makinelere hesaplattýðýmýz zaman bunun hiçbir rakamýnýn yerinden oynatamýyoruz. Çünkü asr-ý saadet gelmiþtir, insanlarýn ilmi, Müslümanlarýn eline geçmiþ ve ilim, asýl ilim olmaða baþlamýþtýr.
Müslümanlar sadece trigonometri ve astronomi ilimlerini kurmakla kalmamýþlardýr. Müslümanlar bugün okuduðumuz “cebir” ilmini kurmuþlardýr. Müslümanlar bugün gördüðümüz bütün matematiðin esaslarýný ortaya koymuþlardýr. Bakýn, bizim karþýmýza gelip “Biz aya gidiyoruz, yýldýzlara gidiyoruz”, diyen insanlardan birine, þu hesabý nasýl yapýyorsunuz? dediðimiz zaman birtakým rakamlar yazacak… l,2,3,….9 gibi bildiðimiz rakamlara baþvuracak Bu rakamlarýn sahibi de Müslümanlardýr. Bu rakamlarýn þekillerini Müslümanlar bulmuþlardýr. Avrupanýn þu rakamlarý: Afrika ve Ýspanyadaki Batý Müslümanlarýnýn kullandýklarý rakamlarýn aynýsýdýr. Eski yazýda kullandýðýmýz rakamlar ise Doðu Müslümanlarýnýn kullandýklarý rakamlardýr. Binaenaleyh Avrupalýlarýn kullandýðý rakamlarýn sahibi dahi Müslümanlardýr.
Daha ileriye gidiyorum. Karþýmýzda bizi hakir görme alýþkanlýðý içerisinde fiyaka yapan insanlarýn; bütün hesaplarý yaparken kullanmýþ olduðu metotlarý onlara verenler de Müslümanlardýr. Nasýl olmuþ? Bakýnýz, müsteþrik bize geliyor ve diyor ki, “Müslümanlar eski Hindlilerden, eski Mýsýrlýlardan ve eski Yunanlýlardan ilmi almýþtýr.” Tabiki iftira ediyor ve gerçeði çarpýtýyor. Bu nasýl ilim alýþtýr ki, eski Yunanda rakamlar 60’tan daha büyük deðildir. Zira eski Yunanlýlarýn kaç tane harfleri varsa o kadar da rakamlarý vardýr. Yani harfleri bitiyor, rakamlarý da bitiyor. Hâlbuki Müslümanlar geliyor ve diyor ki, “bizim geniþ ufkumuza sizin basit kalýplarýnýz kifayet etmez.” Biz yeni bir rakam sistematiði getireceðiz. Ne getireceksiniz? Cevap olarak diyorlar ki, biz her türlü sayýyý ifade edecek bir rakam sistemi getireceðiz. Meselâ biri ele alalým. Bunu þöylece, (1) iþaretiyle ifade edeceðiz. Bunu böyle yazar önüne bir nokta koyarsanýz bu o zaman (10) olacak; iki tane nokta koyarsanýz (100) olacak; üç tane nokta koyarsanýz (1000) olacak, deyip bugünkü “aþarî” (onluk) sistem dediðimiz sistemi icat ediyorlar.
Bu sayede sonsuz sayýyý ifade etmek mümkün oluyor. Dahasý var. Bu aþarî (onluk) sistemi getirmek ve geliþtirmek suretiyle bugünkü toplama çýkarma ve bölmenin de prensiplerini koyuyorlar. Hâlbuki eski Yunanlýlar toplama, çýkarma, çarpma ve bölmeleri yapamazlardý. Çünkü onlarýn rakam sistemleri buna müsait deðildi. Bu çeþit toplama ve çýkarmalarý yapmak için çubuklarla çalýþýrlardý. Muhtelif boylarda çubuklarý uç uca eklemek suretiyle hesap yaparlardý. Nihayet Müslümanlar bunlarýn yaptýklarýný incelediler. Çok yetersiz bulup bu aþarî sistemi getirdiler. Bu ondalýk sistem insanlýða yapýlan ne büyük hizmettir ve ilme en büyük katkýdýr.
Müslümanlar sadece “her þeyi size veriyoruz ama, yalnýz þu bizim ondalýk sisteminizi verin” deseler, ortada Avrupaya ait hiçbir þey kalamaz. Fakat beyler geliyorlar, diyorlar ki, “bu sizin Müslümanlýk dediðiniz þey gericiliktir.” Hay hay biz bu gericiliðe razýyýz, yalnýz bizim mallarýmýzý bize geri verin, çýkýn bizim karþýmýza da ilericilik diye “biz artýk ondalýk sistem kullanmayacaðýz” deyin. Yeni bir hesap metodunu getirin de görelim sizi. Bu çeþit hesap metotlarýný getirmiþ ve bu çeþit ilimleri insanlýða hediye etmiþ olan Müslümanlardýr. Ama biz kendimizi tanýmýyoruz..
Bunun gibi Müslümanlarýn yaptýklarý, Müslümanlar cebir ilmini de bulmuþlardýr. Nedir bu cebir ilmi dediðimiz? Cebir ilminin kelimesi el-Câbir adlý Ýslâm âliminden geliyor. Avrupalýlar da buna el-Câbir demeðe dilleri dönmediði için, bunun okunmasýný, beceremedikleri için el-Câbir adýný el-Gebra diye okurlar ve bugün Ýngilterede Almanyada basýlan bütün cebir kitaplarýnýn üzerinde el-Gebra demek suretiyle el-Câbirin adýna izafeten bu ilmi liselerde cebir diye okuyoruz. Kim bulmuþ bunlarý? Elbette Müslümanlar bulmuþtur. Peki, ne yapmýþtýr bu Câbir? Câbirin yaptýðý þu: Eski Yunanlýlarýn ve Hindlilerin yaptýklarýný incelemiþ. Ama müsteþriklerin dediði gibi onlara sahip çýkmamýþ. Ya ne yapmýþ? Onlarýn inceledikleri hususlara bakmýþ, bir takým cebir meselelerini üçgenlerle, hendesi þekillerle yaptýklarýný görmüþ. Çünkü cebir ilmi eski Yunan’da, Mýsýr’da ve eski Hitte yoktu. Câbir birtakým büyüklükleri harflerle göstererek bugünkü cebirin esaslarýný ortay koymuþtur. Bugün bizim karþýmýza geçip de fiyakasýný yaptýktan bu ilmin sahibi de Câbir’dir… Yani cebrin sahibi de Müslümanlardýr. Bir eþitliðin iki tarafýna ayný miktar ilâve edilirse, çýkartýlýrsa, çarpýlýrsa veya bölünürse bu eþitlik kafiyen bozulmaz diyen Câbirdir. Câbir ne yapmýþ? Birinci derecedeki denklemlerin ve ikinci dereceden denklemlerin çözümünü vermiþ kitabýnda… Daha da ileri gitmiþ…
Ayný zamanda üçüncü derece denklemlerinin çözümünü vermiþ, ayrýca karekök de okuyan talebelerimizin çoklarý üçüncü dereceden denklemi çözemezler. Fakat Câbir yani Müslümanlarýn ilimleri ilerlettiði devrin büyük bir âlimi olan el-Câbir, üçüncü dereceden denklem çözmeyi göstermiþ ve hem de bütün bunlarýn yanýnda küp kök almayý da göstermiþtir. Bunlar öyle büyük mesafelerdir ki, bu mesafeleri eski basit vaziyetinden alýp da götürmek ancak Müslümanlarýn ferasetiyle olmuþtur. Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: “Müminin ferasetinden korkun. Onlar Allahýn nuruyla bakarlar” bu bakýþ sadece manevi sahada olmamýþtýr, maddi sahada da olmuþtur, Ýslâm âlimlerinin bu ilimlere getirdikleri disiplinleri incelediðimiz zaman aklýmýz durur. Bunlar bu büyük otoriteyi, bu büyük disiplini nasýl kurmuþlar, diye hayret edersiniz. Çünkü eskiden çubuklarla, þekillerle bu meselelerin çözülmesi nerede? Bu gün on asýr geçmesine raðmen hâlâ Câbirin getirdiði ilmin yerine daha iyisini getirmek mümkün olmamýþtýr. Hadi ilericilik yapýn da görelim sizi…
Þu bizim cebirde kullandýðýmýz “sýfýr” mefhumunu da Müslümanlar getirmiþlerdir. Bugünkü cebirin en yüksek kýsýmlarýný gösteren limit hesaplarý vardýr.
Müslümanlar ayrýca “logaritmayý” bulmuþlardýr. Bugün logaritma dediðimiz cetvelleri ve logaritma mefhumunu ilk defa bulan el-Harzem adlý Ýslâm âlimidir.
Fizik ve kimya ilmini Müslümanlar kurmuþlardýr:
Müslümanlar bütün bu riyaziyeyi kurmakla kalmamýþlar, ayrýca tarihi, fiziði, kimyayý kurmuþlardýr. Peki, Müslümanlar fizikte ne yapmýþlardýr? Müsteþrikin dediði gibi eski Yunanlý bilginlerin söylediðini hemen almamýþlardýr. Bir misalle anlatayým: Bugünkü fiziðin kurucusu Ýbn-i Heysemdir. Kimdir bu Ýbn-i Heysem desem, tabiî maalesef hiç birimiz tanýmýyoruz, dersiniz, içimizde çoðumuz lisede ve yüksek okulda okuduk. Fakat Ýbn-i Heysemin adý dahi bize öðretilmedi Ama Ýbn-i Heysem fiziðin kurucusu, fiziðin babasýdýr, Ýbn-i Heysem ayrýca bu günkü atom ve molekül nazariyesini getiren insandýr, Ýbn-i Heysem bu atom ve molekül nazariyesine istinaden kýrýlma kanunlarýný bulup getiren insandýr. Eski Yunanlýlardan meselâ Öklit; kýrýlma kanunu olarak demiþ ki, bir prizmadan ýþýk kýrýlarak öbür tarafa geçer, Öklite göre ýþýk prizmanýn bir taraftan öbür tarafýna geçerken ýþýðýn hýzý kesilir ve bu kesilmiþ olan hýz aradaki açýlarla orantýlýdýr. Ýbn-i Heysem, Öklitin yanlýþ düþündüðünü, aslýnda açýlarýn kendileriyle deðil, sinüsleriyle orantýlý olduðunu ileri sürüyor. Bu hýzlarýn kýrýlmasý bu malzemelerin yoðunluklarýyla orantýlýdýr, diyor. Ve bu malzemelerin içerisindeki molekül nazariyesine istinaden bu hesaplarý yapýp ortaya koyuyor.
Kimya ilminin kurucusu da yine Müslümanlardýr. Câbir b. Hayyan kimyanýn kurucusudur. O ilk defa atomun parçalanabileceðini söyleyen insandýr, ikinci hicrî asýrda yaþamýþ büyük bir âlimdir. Hemen Asr-ý Saadet’ten sonra kimya ilmine ait incelemeleriyle bilinen Câbir b. Hayyan muazzam bir insandýr. Atom nazariyesini ortaya koymuþtur. Câbir b. Hayyan bugün bize kimya derslerinde okutulan Lavoisier prensibini koymuþtur. Newton prensibini koymuþtur. Kaç asýr önce? Avrupalýlardan takriben on asýr önce. Câbir b. Hayyan 8. asrýn insaný. Hâlbuki Newton prensibinden ancak 19. asýrda Avrupada bahsedilmiþtir. Câbir b. Hayyan yerçekimi kanunlarý koymuþtur. Nereden biliyorsunuz? Yakýnda Almanyada 4 ciltlik bir kitap basýlýyor. Câbir b. Hayyanýn kitabýnýn fotokopileriyle yayýnlanacak. O kitabýn içerisinde herkes bilmeye ve görmeye baþlayacak. Avrupalýlar Câbir b. Hayyanýn kitabýný 14. asýrda tercüme etmiþlerdir. Ama ancak 16. asýrda ne olduðunu anlamýþlar ve böylece Lavoisier prensibi ortaya çýkmýþtýr. 17. asýrda diðer söylediklerini anlamýþlardýr. Gay Lussac prensibi ortaya çýkmýþ. Ve 19. asýrda cazibe prensibini anlamýþlar, böylece Newton prensibi ortaya çýkmýþ. Ama bunlarý Câbir b. Hayyan on asýr önce ortaya koymuþtur. Câbir b. Hayyan bütün ilim tarihinde ilk defa laboratuar kuran ilim adamýdýr, ilk defa müþahede ve deney metodunu ilme getiren insandýr. Hattâ kendi laboratuarýnda ilk sunî hücreyi yapmýþ insandýr ki Avrupalý bugün dahi onun seviyesine ulaþamamýþtýr. Tabiî buraya gelince aklýnýz durur. Ama Câbir b. Hayyan Hicrî 2. asýrda kimya ilmini bu noktaya getiren insandýr. Bugün Almanyada Câbir b. Hayyanýn eserleri üzerinde doktora çalýþmalarý yapýlýyor. Fakat maalesef biz kendi insanlarýmýzý, bulmuþ olduðu ilim dallarýný Batýlýlardan aldýðýmýz için ve Batýlýlarda Müslümanlarýn kitabýný kendilerine aktarýrken isim zikretmedikleri için, kendi büyüklerimizin farkýnda deðiliz.
Tarih, coðrafya ve sosyoloji bilimlerini Müslümanlara borçlulardýr:
Müslümanlar, tarihi bulmuþlar, coðrafyayý kurmuþlardýr. Eskiden tarih hikâyelerden ibaretti, ilk defa Ýbn-i Haldun “Mukaddime”sinde tarihin bir hikâye ilmi olmadýðýný, bütün insanlarýn, milletlerin yaþayýþlarýný sebepleriyle, neticeleriyle inceleyen, bunlarýn tahlilini yapan bir ilim olduðunu belirtti ve ilk tarih kitabýný yazdý. Ve yine ilk defa coðrafya haritasýný çizen Müslümanlardýr. Hatta Amerikanýn keþfi ilk defa Müslümanlar tarafýndan yapýlmýþtýr. Müslümanlarýn haritalarýnda Amerikanýn mevcudiyeti gösterilmekte idi. Biz biliyoruz ki, Amerikayý Kristof Kolomb keþfetti. Neden böyle biliyoruz? Çünkü biz bilgilerimizi Avrupalýlardan aktarýyoruz da ondan. Bakýn Kristof Kolomb hakkýnda yeni yapýlan tetkikler neleri gösteriyor: Kristof Kolomb Venediklidir. Yani ticaret gemileriyle Ýslâm alemiyle en fazla temasta bulunan bir yerden. Kitaplar daha ziyade Venedikte, Cenevizde tercüme edilerek Avrupaya intikal etmiþtir. Kristof Kolomb Venedikte Müslüman kitaplarýndan “batýya doðru gidildiði zaman, yeni kýtalara rastlanacaðýný” okumuþ ve öðrenmiþtir. Bundan dolayý kendisi de bu iþi merak etmiþ ben de gidip bunu göreyim, demiþ ve ilk defa Atlantik’e açýlmak cesaretini göstermiþtir. Kristof Kolomb Atlantikte aylarca gidiyor fakat bir türlü karalarý bulamýyor. Hattâ öyle bir noktaya geliyor ki, gemisinin içerisindeki insanlar bunaltýdan dolayý isyan etmeye kalkýyorlar. Geri döneceðiz diyorlar. Sen bilmediðin yere bizi götürüyorsun, bunun sonu çýkmaz diyorlar. Yapýlan tetkikler gösteriyor ki, o gemide bulunan bazýlarýnýn hatýra defterindeki notlardan anlaþýldýðýna göre Kristof Kolomb þu sözleri söyleyerek isyaný bastýrýyor: “Öðle çýkýþmayýn, böyle söylenmeyin. Ben devamlý olarak Batýya gidildiði zaman yeni karalara rastlanacaðý fikrini ve bilgisini Müslümanlarýn kitaplarýndan okudum. Bu karaya mutlaka varacaðýz. Çünkü Müslümanlar yalan ve yanlýþ söylemezler.” Ve nitekim sabrediyorlar, devam edip gidiyorlar. Nihayet Amerika kýtasý karþýlarýna çýkýyor.
Batý, taklitçi ve kopyacýdýr:
Müslümanlarýn tarihe, coðrafyaya, fiziðe, kimyaya, matematiðe, cebire yapmýþ olduklarý hizmetin ardý arkasý gelmez. Bundan dolayý bu ilimlerin yukarýya doðru fýþkýrmasýnda Müslümanlarýn büyük rolleri olmuþtur. Avrupalýlar bu ilimleri nasýl aldý Müslümanlardan? Biraz da bu noktaya gelelim: Avrupalýlar Haçlý seferlerini yaptýlar ve Müslümanlardan bu ilimleri yavaþ yavaþ kendi lisanlarýna tercüme edip öðrenmeye baþladýlar. Fakat baþlangýçta ne olduðunu anlayamadýlar. Fransýzlar muhtelif seferler yapýp Ýspanya’da bir takým Ýslâm þehirlerini zapt ettikleri vakit bu þehirlerdeki Ýslâm âlimlerinin çalýþmalarýnýn ne olduðuna akýllarý ermek þöyle dursun, bu kitaplarý toplattýlar ve yaktýlar. Yalnýz Kurtuba þehrinin meydanlarýnda otuz bin adet kitap yakýlmýþtýr. Hülâgu Baðdatý istila ettiðinde Baðdat kütüphanelerindeki kitaplar, Baðdattan gecen Dicle ve Fýrat nehirleri üzerine atýldýðý zaman, bir hafta sürmüþ kitaplarýn akýþý. Fransýzlar Ýspanyayý iþgal ettikleri zaman Ýspanya’daki birçok Ýslâm merkezinde bulunan rasathanelerin ne olduðunu uzun müddet anlayamamýþlardýr.
Ve sonra bunlarý anladýktan zaman Müslümanlara karþý büyük hayranlýk duymuþlardýr. O kadar ki daha iki asýr öncesine gelinceye kadar Paristeki Sorbon Üniversitesinde ders veren profesörler kürsüye Müslüman hocalarýn kýyafetiyle, sýrtlarýnda cübbe, baþlarýnda sarýkla çýkýyorlardý. Çünkü ilmi bu insanlar yapmýþlardý, ilim adamý olmak için bu kisveye girmek lâzým diyorlardý. Avrupanýn Ýslâm ilimlerine karþý hayranlýðý sadece iki asýr öncesine kalmýþ deðildir. Bugüne kadar devam edip gelmiþtir.
Batýlýlar, temizliði ve sosyal düzeni müslümanlardan öðrenip almýþlardýr:
Avrupalý içtimai hayatýn birçok örneklerini de Müslümanlardan almýþtýr. Sýrasý gelmiþken baþka bir vakayý arz edeyim. Bir gün Almanyada Düsseldorf þehrindeki bir iktisat müzesini geziyordum. Bu müzede çeþit çeþit bölümler var. Öyle hazýrlanmýþ ki alt katýnda ev banyolarýnýn zamanla inkiþafý gösterilmiþtir. Yukarý katta mesela arabalarýn inkiþafý gösterilmiþtir. Onun üstündeki katta tayyarelerin inkiþafý gösterilmiþtir. Yalnýz tayyarelerin inkiþafý için bütün bir salon tahsis edildiði halde, ev banyosunun inkiþafýný gösteren kýsým bunun yanýnda çok küçük kalmaktadýr. Neden? Çünkü Avrupa’da ev banyosunun tarihi yok. Çünkü onlar eskiden yýkanýr deðillerdi. Niçin yýkanýr deðillerdi? Müzenin banyolar kýsmýnýn duvarýna þu sözler bulunan levha asýlmýþtý: “Almanlarýn meþhur filozofu Goethe bir gün banyo yaparken gözü takvime iliþti ve baktý ki, daha önceki en son yýkanýþý tam bir sene önce imiþ.” Çok affedersiniz bugün bizde sosyetik olanlar yataðýn yanýna konan dolaba komidin derler. Ne dolabý bu komidin? Biz bunu Avrupalýlardan almýþýz. Komidinin lügat manasý (çok affedersiniz) içerisine lâzýmlýk konan dolap demektir. Niçin böyle? Çünkü Avrupalý yýkanmayý bilmez, yüznumarayý da bilmez.
Nitekim Fransadaki Versay sarayýnda yüznumara yoktu. Bu saraya yabancý elçiler öðleden sonra kabul edilirlerdi bir asýr öncesine kadar. Niçin? Çünkü sabahleyin yüznumara noksanlýðýndan hasýl olan kokular elçilerin gelmesine mani idi. Müslümanlar bütün insanlýða sadece bu müsbet ilimleri vermekle kalmamýþlar, insanlýðý edep ve ahlaký da getirip vermiþlerdir. Bugün Avrupada gördüðümüz temizlik Müslümanlardan alýnmýþ bir husustur. Onun için bugünkü bir Avrupalýnýn Müslümanlarýn karþýsýna çýkýp da fiyaka yapmaða, pozlu vaziyetler takýnmaða hiçbir hakký yoktur. Müslümanlar Batýlýlarýn üzerindeki hakkýný isterlerse, çýrýlçýplak bir zavallý olarak orta yerde kalýrlar. Çünkü kafasýndaki ilmin, sýrtýndaki elbisenin ve her türlü içtimai hayatýn prensiplerini Müslümanlardan almýþlardýr. Müslümanlýk insanlýða hem maddi, hem manevi ilimleri getirmiþtir. Avrupalýlar bu ilimleri anlamadan aldýlar. Fakat uzun asýrlar boyunca bunlarý yavaþ yavaþ anlamaya baþladýlar. Kendiliklerinden bir þeyler yapmak istediler. Bugünkü týkanýk noktaya geldiler kaldýlar. Bu týkanýk noktadan ileriye gitmeye de güçleri yetmez. Niçin güçleri yetmez? Çünkü yukarýda belirtilen mefhumlarýn yerine yeni mefhumlar getirebilmek için onlarýn güçleri kâfi gelmez. Ne olacak? Þöyle bir söz vardýr: “Ýnsanlara temel bilgiler Peygamberler tarafýndan getirilmiþtir.” Sadece manevi bilgiler deðil, dinin, imanýn, yapýlacak ibadetlerin þekillerinin Peygamberler vasýtasýyla geldiðini biliyoruz. Ama maddi ve müspet ilimlerin de Peygamberler vasýtasýyla gelmiþ olduðunu hepimiz bilmeyebiliriz.
Mesela gemicilik sanayiine ait temel fikirleri Nuh (a.s) getirmiþtir. Terziliði Ýdris (a.s), týbbý Ýsa (a.s), sihirlere ait ilimleri Musa (a.s) getirmiþlerdir. Peygamberlerin bunlara benzer temel fikirleri getirmesiyle bu ilmî inkiþaftan yapýlmýþtýr. Ýçinde bulunduðumuz âhir zamana ait bütün ilimlerin hepsinin temelini de Kur’an-ý Kerim insanlara getirmiþtir. Onun için bizim içinde bulunmuþ olduðumuz devir, mutlaka Kur’an-ý Kerimin göstermiþ olduðu yollar içerisinde kalmaya mahkûm bir devirdir.
Batýnýn ilmi týkanýklýðý, Kur’an nuruyla aþýlacaktýr:
Bugün biz feza asrýnda (uzay çaðýnda) yaþadýðýmýzý söylüyoruz. Hâlbuki Kur’an-ý Kerimde fezaya ait ne kadar ayetler vardýr. Adeta bize, önümüzdeki dönemin feza devri olacaðýný söylemektedir. Fakat biz bunun farkýnda deðiliz. Bütün bu ilimlerin temelleri Kur’an-ý Kerimde vardýr. Fezaya gidilmekle Kur’an-ý Kerim arasýnda ne münasebet vardýr, deriz. Burada muhtelif âyetlerin tefsirini yapacak deðilim. Yalnýz bir noktayý açýklamak istiyorum, o da þu: Daha önce ifade edildiði gibi, muhtelif formüllerin sahibi Müslümanlardýr. Bu formülleri sýktýðýmýz zaman yere düþen esans, üç damladan ibarettir. Bu esansýn ne olduðunu da onlar bilmezler. Yeni mefhumlar bulmak lâzým. Bu yeni mefhumlarýn bulunmasý için insanlarýn Kur’an-ý Kerimden ýþýk aþmaya ihtiyaçlarý vardýr. Efendim nasýl olacak? Bakýnýz bir arkadaþýmýzýn bir makalesi vardýr. Kendisi on sene Amerikada profesörlük yapmýþtýr. Geçenlerde mühim bir noktayý aktarmýþtýr. Eski eserlerden bir tanesi eline geçmiþ. Bu kitap meþhur Yusuf Has Hâcibin “Kutadgu Bilig” adlý þiir kitabýdýr. Yusuf Has Hâcib aslýnda büyük bir âlim. Biz bu zata sadece bir takým manevi þiirler yazmýþ bir insan gözüyle bakarsak çok hata ederiz, Kutadgu Biligteki bir þiirde þunlarý yazýyor; bu riyaziye profesörü arkadaþýmýzda bu satýrlara dikkati çekiyor: “Ey bir olan Tanrý, bir baþkasý sana þerik koþulamaz; baþta, her þeyden evvel ve sonda, her þeyden sonra Sensin. Yaratýcý varlýðýna yaratýlmýþ olanlar þahittir.
Yaratýlan iki, Birin hazýr þahididir.” Þimdi bazýlarýmýz bunu okuduðumuz zaman Cenab-ý Hakka ve Onun sýfatlarýna ait yazýlmýþ manevi bir þiir, sanýyor. Halbuki, on sene riyaziye profesörlüðü yapmýþ olan arkadaþýmýz, ise bunu okuduðu zaman beyninden vurulmuþa dönüyor. Niçin? Çünkü biz farkýnda deðiliz. Bu arkadaþýmýz ise tabiî sayýlarla ilgili çalýþmalar yapmýþ 1,2,3,… dediðimiz sayýlar var ya, iþte bu sayýlara ait kitap yazmýþ. Bu sayýlar öyle sayýlardýr ki: önce bir birim varlýðý kabul edilir, diðerlerinin hepsi onun tekrarýyla meydana gelir. Bunlarýn ezelde ebette sonu yoktur. Matematikte “aksiyomlar” dediðimiz bir takým konular vardýr, Ýtalyan Peano beþ sene uðraþmýþ, tabiî sayýlarýn aksiyomunu hazýrlamak için. Bu profesör arkadaþýmýz da Peanonun kitabýndan bu bilgileri almýþtýr. Tabiî sayýlarýn aksiyomlarýna bugünkü matematikçiler Peano aksiyomu diyorlar. Þimdi bu matematik profesörü arkadaþýmýzýn Ýslâm Medeniyeti adlý mecmuada yazdýðý makalede: “Bu aksiyomlarý Peano beþ senede zorla hazýrlamýþ. Yusuf Has Hacip ise, dört tane satýrýn içerisinde, Cenabý Hakkýn birliðini ifade etmek için bir zekâ eseri gösteriyor, o zekâ eseri, Peanonun tabiî sayýlar aksiyomunu ortaya koymak için gösterdiði zekâ eserinden bin kat daha keskin. Ben kitabýmý düzeltmek istiyorum. Yusuf Has Hâcibin bu keskin zekâsý karþýsýnda; hem Peanonun söylediklerini kabul ediyorum hem de bu aksiyomlara artýk Peano aksiyomu diyemem. Ben bu aksiyomlara Peano-Yusuf Has Hacib aksiyonu demeðe mecburum. Çünkü bu zekâ eserini Yusuf Has Hacib’in, Peano’dan dört asýr önce getirdiðini fark etmiþ bulunuyorum.” Buraya kadar Batýdaki ilmin bugün hangi noktaya gelip týkandýðýný belirtmeðe çalýþtým. Þimdi bu son kýsýmda ise; bütün bunlarý toparlayýcý ve bizi neticeye ulaþtýrýcý bir hülâsa (özet) yapalým.
Önce bir defa þu suali sormaða mecburuz: Acaba hangi sebepten dolayý bütün tarih boyunca ilim yavaþ yavaþ ilerlerken, Asr-ý Saadetle, birden bire bugünkü mânada hakiki ilim olmaya baþlýyor? Bu devrim ve deðiþimin sýrrýnýn, insanlýða bu hýzý ve heyecaný veren týlsýmýn kaynaðý nedir? Bunun cevabýný Kur’an-ý Kerim’den baþka bir þeye baðlamak mümkün mü? Evet, insanlarýn ilim sahasýndaki bu büyük inkiþaflarýn týlsýmý dünya ve âhiret saadeti getiren Kur’an-ý Kerim’den baþka bir þey deðildir. Bugün Batýdaki ilimlerin gelip týkandýðý þu noktada ona Kur’an-ý Kerimin ýþýklarýyla yol bulunabilir. Onun için Kur’an-ý Kerim üzerinde inancý ve araþtýrmasý olmayan insan, müsbet bilim sahasýnda gerçek ilim adamý olamaz. Burada Doðu ve Batýnýn mukayesesini yapýyoruz bir bakýma.
Çok kýymetli bir mütefekkirimizin güzel bir benzetiþi var. Kendisi bir defa uzun bir konuþma yapmýþ, Batýdaki felsefeler ile Doðudaki Ýslâm âlimlerinin düþüncelerini hülâsa ettikten sonra þu suali sormuþ, demiþti ki: “Batýdaki felsefeleri size anlattým. Görüyorsunuz hep birbirleriyle çatýþmýþ ve çürütmüþler.
Descartes gelmiþ, kendinden önceki bilmem falancanýn nazariyesini nakzetmiþ, yanlýþ düþünüyor demiþ. Arkasýndan bir baþka adam gelmiþ, hayýr Descartes öyle söylüyor ama aslý þudur demiþ. Hasýlý Batýdaki fikir ve düþünce silsilesi bugüne kadar hep birbirini tekzip ederek gelmiþlerdir. Doðudaki fikir silsilelerine baktýðýmýz zaman ise bütün Ýslâm âlimleri birbirini teyid ederek, tasdik ve takviye ederek geliyor. Ýmam-ý Azam Hazretleri, “Peygamber efendimizin buyurduklarý gibi” diye söze baþlýyor. Ashab-ý Kirâmdan birinin sözü nakledildiði zaman “falanca zatýn rivayet ettiðine göre” þeklinde eleniyor. Muhyiddin-i Arabî hikmet ehli birbirlerini teyid ede ede konuþuyor. Avrupalýlar ise birbirlerini tekzip ede ede konuþuyor. Þimdi soruyorum, dedi o arkadaþ, eðer hakikaten mutlak bir hakikat varsa bu hakikat birbirlerini tekzip eden Batýlýlarýn arasýnda mý, yoksa birbirlerini teyid eden Müslümanlar arasýnda mýdýr? Hakikat tekzip olunur mu? Ama Batýlýlarýn iþleri güçleri hep birbirlerini hep tekzip etmek.
Bir hakikat var ise -ki muhakkak vardýr- elbette Ýslâm âlimlerinin getirdiklerinin içindedir.” ilim âlemine yukardan bakýþ yaptýðýmýz zaman Doðu ile Batýnýn mukayesesinde manzara þudur: Batýdaki insan gözleri kapalý nereye gideceðini bilemiyor. Elleriyle bir takým hakikatleri arýyor, tutuyor, fakat “herhalde bu deðildir”, diyor, öbürünü tutuyor, “bu da olmayabilir” diyor. Batýdaki ilim adamlarýnýn hali budur. Doðudaki ilim adamýnýn hali bundan tamamen farklýdýr. Müslümanlar, ilim sarayýnýn içine iman anahtarýyla giriyor.
Kur’an-ý Kerimden almýþ olduðu ilhamlarla onun her tarafýný aydýnlatarak dolaþýyor, öðreniyor, öðretiyor. Bu itibarla gerçek ilim, bu devrin müsbet ilmi, Müslümanlar tarafýndan getirilmiþ olan ilimdir. Bizim karþýmýza geçip de, Batýda þu vardýr, bu vardýr” diye kimse konuþmasýn. Hem Müslümanlar, hem de Batýlýlar için tek çýkar yol Ýslâmlaþmaktýr. Bunu sadece hamd edeceðimiz imanýmýzdan dolayý söylemiyorum. Müsbet ilimler sahasýnda senelerce çalýþmýþ bir kardeþiniz olarak açýkça ilan ediyorum ki bütün müsbet ilimler gelmiþ týkanmýþtýr. Bu týkanýklýktan dýþarýya çýkmanýn yolunu, bütün her türlü maddî ve manevi düþünce sistemimle mutlak surette inanýyorum ki, ancak Kur’an-ý Kerimden almýþ olduðumuz ýþýkla bulabiliriz.
Sözlerimi þu âyeti kerimenin duasýyla bitiriyorum:
“Rabbim, benim ilmimi ve anlayýþýmý arttýr ve beni salihler zümresine ilhak et” {AMÝN}
Prof.Dr. N.ERBAKAN. 1969