PSÝKO-SOSYOLOJÝK BÝR REALÝTE OLARAK DIÞGÜDÜMLÜ DÝNDAR(LIK)
Bir damla sudan yaratýp, son merhaleye kadar her daim yaný baþýnda
olduðu kulu ile Rabbi arasýndaki çok özel ve nazenin bir baðdýr din duygusu. Bu
tecrübenin büyüyüp kök salmasý yahut dalýnda kurumasý, kiþinin Allah’la kurduðu
baðlantýnýn kuvvetiyle orantýlýdýr. Bu itibarla, araya baþka uyarýcýlar
girmeden Yaratanla saðlanacak doðrudan temas, dinî yönelimin istikamet
kalitesini gösterir. Hal böyleyken, sezgisel boyutu aðýr basan ve birçok deðiþkenden
etkilenen insan için zikredilen doðru frekansý yakalamak her zaman mümkün
olmaz. Bu yörünge kaybýna sebebiyet veren en önemli etken ise kiþinin dinî algý
ve olgularý, anlam dünyasýnda saðlam bir zemine oturtmadan yaþama konu
etmesidir.
Tam da bu noktada, kiþilerin dinî duygu ve düþüncelerinin farklý
formlarý olduðunu çift kutuplu bir yöntemle ele alýp kavramsallaþtýran
Amerikalý psikolog Gordon Allport’a (ö. 1967) kulak vermek yerinde olacaktýr. Kiþilik
özelliklerinden yola çýkan Allport, dindarlýk tipolojilerini bireyin dini yaþama
biçimi ve bu konudaki samimiyeti baðlamýnda ele almýþtýr. Allport’un bahsi
geçen kuramýna göre, üçüncü bir tasnifte kendine yer bulamayacak dindar, Allah ile
olan iliþkisinde ya içgüdümlü ya da dýþgüdümlü bir yol takip eder. Bu meyanda,
içgüdümlülük ve dýþgüdümlülük tasnifinde toplumsal özellikler yani örf, önemli
bir fonksiyon icra etmektedir.
Ýçgüdümlü dindarlýk anlayýþý, hayata dinî perspektiften bakmaya ve
diðer bütün düþüncelerin üstünde kabul edilen din olgusuna, mutlak bir þekilde
teslim olmaya dayanýr. Dolayýsýyla bu dindarlýk tipinde din, içselleþtirilmiþ biçimde
merkezî öneme sahiptir. Dinini zevkle yaþayarak inancýný benimsemek ve ona
uygun yaþamak isteyen bu tipolojideki bir birey için din, amaç haline gelmiþtir.
Bu bakýmdan içgüdümlü eðilimde, din realitesinin kendi içinde bir gaye olduðunu
ve baþka bir amaca ulaþmak için araç vazifesi görmediðini söylemek mümkündür. Söz
konusu husus, Allah’ýn kullarýndan istediði bir deðerdir ayný zamanda. Nitekim Kur’an-ý
Kerim’de geçen; “Allah’a gönülden katýksýz baðlý kimseler olarak yüzünüzü
hak dine çevirin, O’na karþý gelmekten sakýnýn, namazý dosdoðru kýlýn ve
müþriklerden olmayýn.” (Rûm, 30/31) ayeti, bu hassasiyeti vurgulayan önemli
bir detaydýr.
Öte yandan, temel motivasyonlarýný dinde bulan içten doðma dinî
eðilime sahip bir kimse, maddi potansiyel ve ihtiyacý ne olursa olsun, buna
tali derecede önem atfeder. Zira sözü edilen tutumun meydana getirdiði sekînet,
içten denetimli dindarýn, hadiseleri hem kendisine hem de Allah’a baðlamasýndan
kaynaklanmaktadýr. Tahkiki iman sahiplerinin bu durumu ise; “…Allah bize
yeter, O ne güzel vekildir!”(Âl-i Ýmrân, 3/173) sözünde karþýlýðýný
bulmaktadýr. Fakat günümüzde özellikle olaðanüstü durumlarda her yönüyle
tebarüz eden içgüdümlü dindarlýk anlayýþý reflekslerine, normal yaþam akýþýnda
ne yazýk ki arzulanan ölçüde rastlanamamaktadýr.
Buna mukabil, “psikolojik ihtiyaçlar dini” veya “fonksiyonel din”
olarak da isimlendirilen dýþgüdümlü dindarlýk yaklaþýmýnda, dinî deðerler
birinci derecede önem ve anlam taþýyan bir konuma sahip deðildir. Daha çok,
kiþisel istek ve amaçlara ulaþmada yardýmcý/yararlý bir araç mesabesinde olan
din; toplumda mevki elde etme, baþkalarý nezdinde itibarlý olma, korkularý
yatýþtýrýp güven temin etme, sýkýntýlar için teselli, yoksunluklar için telafi gibi
insanî birçok istek ve ihtiyacý karþýlamada elveriþli bir vasýta durumundadýr. Özetle,
içgüdümlü dindarlýk anlayýþýyla taban tabana zýt yapýda olan bu zihniyette din,
benliðin hizmetinde ve savunmasýnda kullanýlan bir araçtýr.
Bu noktadan hareketle ifade edelim ki dýþgüdümlü dindar, kendi istek
ve ihtiyaçlarýyla uyumlu hale getirmek için dinin temel ilkelerini deðiþtirmeyi
göze alabilen bir yapýdadýr. Böylece, dinî deðerlere uymanýn aksine, dinî deðerleri
kendisine uyarlar. Yaratanýn hoþnut olmadýðý bu durum;“…Ayetlerimi az bir
karþýlýða deðiþmeyin ve bana karþý gelmekten sakýnýn.” (Bakara, 2/41) ayetiyle
açýkça ifade edilmiþtir. Zikredilen ayetin iþaretiyle, dinini kiþisel/maddi
çýkarlarý için kullanýp yanlýþ yorumlayanlara, haramlarý helal, helalleri haram
göstermeye kalkýþanlara karþý kesin bir uyarýda bulunulmuþtur.
Bireysel beklentilerin son derece önem arz ettiði bu dindarlýk
türünde kiþi, içinden gelmeksizin ve bencilliðinden vazgeçmeksizin Allah’a
yönelmektedir. Dolayýsýyla, bahsedilen seçmeci yaklaþýmýn ruhunda, tehlikelerle
karþýlaþýldýðý anda kiþisel emniyeti içeren, faydacý bir yönelim söz konusudur.
Bu baðlamda dýþgüdümlü dindar, dua ve ibadeti Allah’a karþý sorumluluk ve
kulluk bilincinin/görevinin bir gereði olmaktan çok, baþý sýkýþtýðýnda
baþvurulan geçici bir iliþki olarak algýlar. Sonuçta da Allah’ý, kendi kiþisel isteklerini
yerine getirmeye hazýr ya da yerine getirmesi gereken bir konumda görür. Hal
böyleyken bu psikolojinin tutarsýzlýðý, Kur’an-ý Kerim’deki;“Denizde size
bir sýkýntý dokunduðunda, bütün taptýklarýnýz (sizi yüzüstü býrakýp) kaybolur,
yalnýz Allah kalýr. Fakat sizi kurtarýp karaya çýkarýnca yüz çevirirsiniz.
Zaten insan çok nankördür.” (Ýsrâ, 17/67) ayetiyle gözler önüne
serilmiþtir. Kur’an’da imanýn deniz, inkârýn da kara metaforuyla betimlendiði bu
ruh hali, önceleri nemli kültür refleksi olarak gözlemlenirken, bugün karasal
iklimlere de sirayet etmiþtir.
Meseleye bu perspektiften yaklaþýldýðýnda, fesâd-ý zamanýn
yaþandýðý günümüzde iþ, siyaset, spor, sanat vb. alanlarda eskiye nispetle gri,
puslu, pastel ve çift yüzlü bir hava müþahede edilmektedir. Dolayýsýyla bugün, taraflarýn
arasýný tayin eden ne keskin çizgiler ne de uðruna can verilecek ütopik
idealler kalmýþtýr. Kutup bölgeleri daralarak ekvator çevresi geniþleyen söz
konusu sosyo-kültürel fotoðraf, yaþanan coðrafyada kýrsalýn hoyratça boþalmasý
ve kent hazýmsýzlýðý olarak yansýma bulmuþtur. Tam da bu aþamada, alt kültürün
beraberinde getirdiði dinî birikimin kent kültürüyle kaynaþmasý sonucu, fýtrî
olmayan nevzuhur bir dinî yönelim tarzý ortaya çýkmýþtýr. Özetle, bütün bu olan
bitenden doðal olarak hem din hem de dindar, nasibini almýþtýr.
Bu meyanda, nesebi sahih dinî bilgi ve tecrübe yerine, farklý
mahfillerden veya sanal dünyalardan damýtýlmýþ referanslarla dinî ilgi ve
ihtiyaçlarýný þekillendiren ve böylece merkezden ayrýlarak çevreye yerleþen banliyö
dindarýnýn, “bu ne perhiz bu ne lahana turþusu” dedirtecek cinsten senkronik
olmayan bazý tepki ve tavýrlarý, dikkat celbetmekte ve dine mâl edilmektedir.
Kiþiyi nifak kokan davranýþlara iten ve pasif ahlak tutumuna zorlayan böylesi
bir dinî yaklaþýmýn öznesi mesabesindeki dindardan sadýr olan her türlü iþ ve
iþleme artýk þüpheyle bakýlmakta; bu temkinli bakýþ açýsý neticesinde zihinlerdeki
Müslüman kimliði, teþhis edilemez hale gelmektedir.
Örneðin, dinî logolu bir tv kanalýnýn gündüz kuþaðýnda yayýnlanan
kadýn programýnýn stüdyosuna makul bir ücretle getirilmiþ muhafazakârlarýn(!),
kendilerine beþ dakika öncesinde sunulan bir figürasyona aðlarken, sonrasýnda
stüdyo þefinin direktifiyle kadýnlý erkekli halaya durmalarý, bu paradoksal
resmi okumak için belki bir ipucu olabilir. Ya da çekeceði faizli krediyi sað
eliyle hesaplayan banka memuresine, sol elle çay içmesinden dolayý sert uyarý
çeken hacý aðabeyin malum tavrý, gelinen noktayý göstermesi açýsýndan fikir
verici bir done olarak görülebilir.
Dünyevî birtakým menfaat ve maslahatlar uðruna, Rabbi ile kurduðu
en özel irtibatý bile hýrpalayan dýþgüdümlü dindarý bu þekilde bir davranýþ
kalýbýna sevk eden amil, Ýngiliz psikolog John Bowlby’ýn (ö. 1990) temellerini
attýðý ve son zamanlarda yaþanan tecrübelerden sonra daha da önem arz eden baðlanma
kuramýnýn bir türü olan saplantýlý baðlanma hastalýðýdýr. Dolayýsýyla zerreden
kürreye, habbeden kubbeye her þeyin oldukça hýz kazanýp baþ döndürdüðü ve
eþyaya olan iltifatýn tavan yaptýðý günümüz kapitalizm çaðýnda koparýlan
fýrtýna sonucunda, dindar kesimin nezle olmamasý beklenmeyen bir netice olurdu.
Zira eskiye oranla daha fazla baþörtü ve sakal popülasyonuna sahip muhafazakâr
cenahýn dinî debisinin duygusal zamanlara göre oldukça düþük oluþu, akýllarda
hala bir soru iþareti olarak güncelliðini muhafaza etmektedir.
Canlý organizmaya sahip olgularýn bozulmaya ve kokuþmaya baþladýðýnýn
en önemli göstergesi, kullanýlan dilin ifade ettiði derûnî anlamýn kurtlanmaya
baþlamasýdýr. Bu baðlamda, yüz yüze ve telefon yoluyla gerçekleþtirilen gündelik
diyaloglarda sýkça rastlanan selamlý, Allah’lý dinî jargonun artýk kanýksanarak
adamakýllý yýpratýlmasý, dinin/dindarýn sekülerleþip mekanikleþtiðinin önemli
tezahürlerinden biridir. Buna ilaveten, resmî koridorlarýn alt katýnda dolanan
býyýðý henüz terlemiþ takým elbiseli delikanlýlarýn veya geçmiþi ihya etmek
isteyen orta yaþlýlarýn mahreç problemi yaþadýðý iðreti dinî söylem, din
devasýnýn da týpký antibiyotik ilaçlarda olduðu gibi zamanýna, miktarýna ve
muhatabýna riayet edilerek verilmesinin elzem olup olmadýðý sorusunu akýllara
getirmektedir.
Diðer taraftan, zaman zaman katýldýðý cenaze namazlarý için abdest
almak zorunda kaldýðýnda, alýþkanlýk kesbetmediðinden dolayý gusül abdesti
almýþçasýna daðýnýk bir görüntü veren beyaz tenli acemi dindarýn, bir zamanlar çýkarlarý
için sakýnca teþkil edebileceðini düþündüðü her türlü din tandanslý unsuru
özgeçmiþinden ayýkladýðý bilinmektedir. Bununla birlikte, vakti zamanýnda çorap
kokusuyla özdeþleþtirdiði dindar kesimle, dinin piyasa deðerinin yüksek olduðu
dönemlerde, akçeli heyecanlarýndan dolayý ayný tastan çorba içmeyi iftihar
vesilesi addeden bu alt tip dindar, olasý aksi bir rüzgârda gemiyi ilk terk
edecekler listesindedir.
Sonuç olarak, uzaklardan kaynaklanýp buraya dökülen cümleler
göstermektedir ki, fizik ve ötesiyle kurulmuþ karanlýk iliþkileri aydýnlýða
çýkaracak yegâne kurtarýcý güç, kayýp ilaný verilerek altýna “hükümsüzdür” diye
not düþülen samimiyet duygusudur. Bugün ancak dudaklarýn tercümaný olan kalpten
bir defada aþk ile dökülecek Allah kelamýyla tekrar ahitleþeceðimiz bu kara gün
dostu, sýcaklýðýyla hem yerin hem de göðün buz tutmuþ ruhunu çözecek ve hatýrý
sayýlýr bir baþlangýcýn fitilini ateþleyecektir.