Hz. Mevlânâ’nýn Vasiyeti:
Size, gizlide ve açýkta Allah’tan korkmayý, az yemeyi, az uyumayý, az konuþmayý, isyan ve günahlarý terk etmeyi, oruç tutmayý, namaza devam etmeyi, sürekli olarak þehveti terk etmeyi, bütün yaratýklardan gelen cefaya tahammüllü olmayý, aptal ve cahillerle oturmamayý, güzel davranýþlý ve olgun kiþilerle birlikte bulunmayý vasiyet ediyorum. Ýnsanlarýn en hayýrlýsý, insanlara yararý olandýr. Sözün en hayýrlýsý, az ve anlaþýlýr olanýdýr.
“Ölümümüzden sonra mezarýmýzý yerde aramayýnýz!
Bizim mezarýmýz âriflerin gönüllerindedir”
Moðollarýn Anadolu umûmî vâlisi Baycu Noyan, Konya'yý muhâsara etti. Konyalýlar gâyet sýkýntýlý ve ýzdýraplý günler yaþadý. Muhasaranýn kaldýrýlmasý için Mevlânâ hazretlerinin huzûruna çýkýp; "Efendim! Bize merhamet ediniz. Baycu Noyan, bildiðiniz gibi Konya'yý muhasara etti. Çoluk-çocuðumuzla gâyet sýkýntýya düþtük. Korku içinde yaþýyoruz. Þâyet bize yardým etmezseniz, sonumuz felâket olur. Çünkü Baycu Noyan, hangi þehri fethettiyse halký kýlýçtan geçirip, mallarýný yaðmaladý. Bu iþe bir tedbir istirhâm ediyoruz." dediler. Mevlânâ;
"Siz, Allahü teâlâya tevekkül edin. Doðru bir îtikâd ile cenâb-ý Hakk'ýn evliyâsýný vesîle ederek duâ edin. Ýnþâallah sýkýntýnýz def olur." buyurdu. Sonra þehirden dýþarý çýkýp meydanýn ortasýnda durdu. Kýbleye dönerek namaz kýlmaya baþladý. Etrafta binlerce Moðol askeri vardý. Baycu Noyan'a kocaman bir çadýr kurmuþlardý. Askerler hemen komutanlarýna koþup;
"Þehirden yaþlý bir kimse çýktý. Mâvi kaftanlý, sarýklý, heybetli bir kimse... Meydanda namaz kýlmaya baþladý. Ne bir korku, ne bir heyecâný var. Askerlerden hiçbiri yanýna yaklaþmaya cesâret edemiyor...." dediler. Baycu Noyan, askerlerine; "Ok yaðmuruna tutarak derhal öldürün!" dedi. Bu emir üzerine, okçular ellerini sadaklarýna atmak için davrandýklarýnda, herbirinin kollarý yerinden kalkmaz hâle geldi. Hiçbirisi ok atamýyordu. Bu durumu gören Baycu Noyan, süvârilere; "Atlara binip kýlýçla üzerine saldýrýn!"emrini verdi. Süvâriler hemen ata binip sürmek istediler, fakat atlarýn ayaklarý topraða battý. Atlar, üzerindeki askeri götüremez hâle geldi. Bunu da hayretle gören Baycu Noyan'ýn caný sýkýldý. Kendisi okunu çekip yayýný gerdi. Niþan alarak Mevlânâ'ya fýrlattý. Attýðý üç ok da hedefe deðil, Baycu'nun önüne düþtü. Bu hâli de gören vâli Noyan, iyice öfkelenip atýný getirmelerini emretti. Ata bindiyse de, atý bir türlü hareket ettiremedi. Hiddeti ziyâdeleþen Baycu, attan inip yaya olarak hücûm etmek istedi. Fakat ayaklarý tutulup yüzüstü yere düþtü. Yüzü yaralanan Baycu, ne yapacaðýný þaþýrdý. Olanlarý þehirden tâkib eden halk, hayretten hayrete düþtüler, hep bir aðýzdan tekbîr getirdiler. Nihâyet Baycu Noyan hiçbir þey yapmaya kâdir olamayacaðýný ve Mevlânâ karþýsýnda âcizliðini anlayýnca;
"Bu kimse, þimdiye kadar karþýlaþtýðým insanlarýn hiçbirine benzemiyor. Bunun, Allahü teâlânýn himâyesi altýnda olan kimselerden olduðu anlaþýlýyor. Bu kadar askerî gücümle, deðil kendisiyle mücâdele etmek, üzerine doðru bir adým bile atamadýk. Dolayýsýyle bununla iyi geçinmekte, anlaþma yapmakta fayda vardýr." diyerek, askerini toplayýp muhâsaradan vaz geçti.

Þemseddîn Attâr anlatýr: Mevlânâ bir gün câmide vâz ederken, mevzû; Hýzýr ile Mûsâ aleyhimesselâmýn kýssasýna gelmiþti. Bu kýssayý, öyle fesâhat ve belâgat ile anlatýyordu ki, herkes nefesini kesip, can kulaðý ile dinliyordu. Benim yanýmda bir þahýs baþýný önüne eðmiþ bir þeyler mýrýldanýyordu. Kulak verdim, dediklerini anladým. "Sanki yanýmýzda idin, sanki üçüncümüz sen idin." diyordu. Bunun Hýzýr olduðunu anladým. Yanýna sokuldum. "Anladým. Sen Hýzýr'sýn, ne olur, bana ihsân eyle!" dedim. Cevâben; "Burada hazret-i Mevlânâ varken, benim sana ihsânda bulunmam deniz yanýnda teyemmüm gibi olur. Senin bütün müþkillerini o halleder." dedi ve gözümden kayboldu. Ben bu hâli Mevlânâ hazretlerine anlatmak için yanýna gittiðimde, ben daha söze baþlamadan; "Ey Attâr! Hýzýr aleyhisselâmýn sözleri doðrudur." diyerek benim sözümü kesti.

Mevlânâ, Allahü teâlânýn yarattýðý bütün mahlûkâta merhamet sâhibi idi. Bir gün Nefîsüddîn Sivâsî'ye bir kuruþ verip ekmek aldýrdý. Ekmeði eline alýp bir virâneye gitti. Nefîsüddîn de gizlice onu tâkibe baþladý. Sonunda, Mevlânâ'nýn o ekmeði yeni yavrulamýþ bir köpeðe kendi elleriyle yedirdiðini gördü. Mevlânâ dönüþünde, Nefîsüddîn'in kendisini tâkib ettiðini anlayýp; "Bu hayvan yedi gündür açtýr ve yavrularýna þefkatle bakmýþ ve hiç yanlarýndan ayrýlmamýþtýr. Resûlullah efendimiz bir hadîs-i þerîflerinde; "Merhametlilerin en büyüðü olan Allahü teâlâ, kullarýndan merhametli olanlara merhamet eder. Ey ümmet ve Eshâbým! Siz de O'nun yarattýklarýna merhamet ediniz ki, size de semâ ehli merhamet etsin" buyurdu. Nefîsüddîn bu sözler üzerine aðlayarak Mevlânâ'nýn ellerini öptü ve hayvanlara bile bu kadar merhametli olan siz, tabiatiyle ahbâb ve dostlarýnýza da merhamet edersiniz." dedi. Bunun üzerine Mevlânâ; "Evliyâullahýn merhameti pek çoktur; bütün mahlûkâta ve ahbâblarýna da þüphesiz merhamet eder." buyurdu.
Selçuklu Sultâný Rükneddîn, Mevlânâ'ya beþ kese altýn gönderip almasýný arzu etti. Talebelerinden Mecdüddîn, Mevlânâ'ya altýnlarý arz edince; "Beni hakîkaten seviyorsanýz, bu altýnlarý dýþarýdaki çamurun içine atýn!" buyurdu. Talebeleri bu emri derhal yerine getirdiler. Dünyâya kýymet veren bâzý kimseler, bu altýnlarý almak için çamurun içinde aramaya baþladýlar. Fakat üstleri, baþlarý, yüzleri çamurdan görünmez hâle geldi. Mevlânâ, talebelerine onlarýn bu vaziyetlerini göstererek; "Bu altýnlar, þu gördüðünüz dünyâ ehlinin üstünü baþýný batýrdýðý gibi, âhiret ehli olanlarýn da kalbini karartýr, kirletir. Çeþitli günahlara sevkedip, ibâdetlerden alýkoyar. Bu sözlerimi yanlýþ anlamayýnýz. Dünyâ için çalýþmayýnýz demek istemiyorum. Dünyâ malýnýn muhabbetini kalbinize koymayýnýz diyorum. Hiç ölmeyecekmiþ gibi dünyâya, yarýn ölecekmiþ gibi âhirete çalýþmak lâzým geldiðini herkes bilir. Burada dikkat edilecek nokta; hýrs ve tamâ yapmadan kanâat üzere bulunmaktýr. Dünyâda, âhiret saâdeti için çalýþmalý, kazanmalý, niyeti düzeltmelidir. Çünkü Ýslâmiyet, insanlara faydalý olmayý emreder. En büyük saâdet, en büyük sermâye, helâlinden kazanýp, hayýr ve hasenât yaparak âhirete göndermektir. Buna raðmen asýl sermâye, mal, mülk, para sâhibi olmak deðil, ilim, amel, ihlâs ve güzel ahlâk sâhibi olmaktýr." buyurdu.

Mevlânâ'nýn Celâleddîn isminde bir talebesi vardý. Ticâretle uðraþýr, at alýp satardý. O anlatýr; "Bir gün Mevlânâ sarýðýný sarýp, giyinmiþ olduðu hâlde, bana bir at hazýrlamamý emretti. Ben, atlarýn içinden en güçlüsünü eðerlemek için huzûrundan ayrýldým. Fakat at huysuzluk yaptýðýndan, bir türlü eðerleyemiyordum. Yanýma iki kiþi daha alýp, atý zorla eðerledik. Buna raðmen at hâlâ huysuzluk yapýyordu. O hâliyle Mevlânâ'nýn bulunduðu yere getirip, atýn hazýrlandýðýný bildirdik. Mevlânâ dýþarý çýkar çýkmaz at sâkinleþti ve önceki huysuzluðu kalmadý. Mevlânâ ata binip, kýble istikâmetinde yola çýktý. Ancak akþama doðru, ter içinde, toza gark olmuþ bir vaziyette döndü. At oldukça zayýflamýþ görünüyordu. Cesâret edip bir þey soramadýk. Ertesi gün yine bir at hazýrlamamý emretti. Baþka bir atý eðerleyip getirdik. Dünkü gibi gitti, akþama doðru geldi. Üçüncü gün de ayný þekilde gitti. Akþama doðru geldiðinde; "Elhamdülillah! Ey cemâat! Müjdeler olsun ki, o kâfir, Cehennem'in dibini boyladý." dedi. Biz edebimizden yine bir þey soramadýk. Aradan birkaç gün geçmiþti. Þam tarafýndan bir kâfile gelip, o taraflarda, müslümanlar ile Moðollarýn yaptýðý savaþý anlattýlar. Dediler ki; "Düþman askeri oldukça çoktu. Müslümanlar maðlub olmak üzere idiler. Son üç günde, Mevlânâ , bir atýn üzerinde olduðu hâlde savaþ meydanýnda göründü. En ön safta; "Allah, Allah" nidâlarýyla düþmana hücûm edip önüne geleni bir vuruþta ikiye bölüyordu. Müslümanlar, Mevlânâ'nýn akýl almaz hâllerini ve yardýmýný görünce, bozulan moralleri düzeldi. Ard arda yaptýklarý hücûmlarla düþmaný geriye püskürttüler. Mevlânâ düþman komutanýný öldürünce, kâfirler kaçmaya baþladýlar." Ben bu haberi iþitince, doðruca hocam Mevlânâ'nýn huzûruna çýktým. Beni görünce; "Müslüman askerlere yardým edilmiþ ve zafere kavuþmalarýna sebeb olunmuþtur. Ey Celâleddîn! Bize cân u gönülden hizmet edenler dünyâ ve âhirette gam ve kederden kurtulur." buyurdu.

Mevlânâ'nýn talebelerinden biri, hac vazîfesini yapmak üzere Hicaz'a gitti. O Hicaz'da iken, evinde hanýmý, Arefe gecesi bir tepsi helva yapýp, Mevlânâ'nýn talebelerine gönderdi. Mevlânâ, helvayý kabûl edip, orada bulunan bütün talebelerine bizzat kendi eliyle taksîm etti. Herkes hissesine düþeni aldýðý hâlde, tepsiden hiçbir þey eksilmedi. Alanlar tekrar aldýlar, doyuncaya kadar yediler, yine eksilmedi. Bunun üzerine helvâ dolu tepsiyi Mevlânâ mübârek eline alýp; "Bu tepsiyi sâhibine göndereyim." diyerek dýþarý çýktý. Ýçeri girdiðinde, elinde tepsi yoktu. Ertesi gün helvayý getiren haným, tepsisini medresenin mutfaðýnda arattý, ancak, bulamadý. Mevlânâ'yý da bunun için rahatsýz etmedi. Aradan günler geçti, hacca gidenler dönmeye baþladýlar. Bu hanýmýn da beyi Kâbe'den dönüp Konya'ya geldiðinde, o tepsi, eþyâlarýnýn arasýndan çýktý. Kadýn tepsiyi görür görmez tanýyýp, hayretinden dona kaldý. Beyine; "Ben Arefe gecesi bu tepsi ile helva yapýp Mevlânâ'nýn talebelerinin yemesi için göndermiþtim. Tepsiyi ertesi günü arattýðým hâlde bulamadým. Nasýl oldu da bu tepsi senin eline geçti?" deyince, þaþýrma sýrasý hacýya geldi. O da; "Arefe gecesi hacý arkadaþlarýmla oturup sohbet ediyorduk. Bir ara çadýrýn kapýsýndan bir el bu tepsiyi uzattý. Biz de tepsiyi aldýk, elin sâhibini araþtýrmak da aklýmýza gelmedi. Helvayý yedikten sonra tepsiyi tanýdým. Kimseye vermeyip eþyâlarýn arasýna koydum. Baþka bir þey bilmiyorum." dedi. Bunun Mevlânâ'nýn bir kerâmeti olduðunu anlayýnca, ona olan baðlýlýklarý daha da arttý.
